Akıllı Fabrikalar üretim sektörü sohbetlerinin konuğu Boğaziçi Üniversitesi Endüstri 4.0 platformu başkan yardımcısı Sertaç Kanlı Yerlikaya… Ekin Tazegül sordu, Sertaç Kanlı Yerlikaya Endüstri 4.0, Verimlilik, Mühendis kadınlar, Türkiye’nin dijital olgunluğu gibi konularda görüşlerini anlattı.

Ekin Tazegül: Akıllı Fabrikalar sohbetlerine hoşgeldiniz, dilerseniz, sizi tanıyarak başlayalım… Kimsiniz, neler yapmaktasınız?

Sertaç Yerlikaya: Genelde en zor soru bu oluyor, insanın kendisiyle ilgili konuları anlatması… Ben kendimi Endüstri Mühendisi olarak tanıtmaktan mutluluk duyuyorum. Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği mezunuyum. Çalışma hayatımda 25 yılı devirdim ve bu süre içinde de çok farklı şirketlerde strateji, iş geliştirme ve sistem geliştirme pozisyonlarında çalıştım. Yurt dışında Afrika’da ve Orta Doğu’da çalışma fırsatı buldum. Bunlar özellikle benim için çok ufuk açıcı deneyimlerdi. Farklı sektörlerde çalışmak… Bankacılık, üretim, telekom, hızlı tüketim ürünleri, üniversite ve telekomünikasyon, bunlar da aynı konuya benzer yaklaşımlar ve farklı yaklaşımlarla çözüm getirmek açısından oldukça değer katan deneyimler oldu. Girişimci oldum. Girişimcilikte, iş hayatımdaki deneyimimi girişimciliğe aktarma fırsatı buldum. Burada iniş-çıkışlar da yaşadım. Daha sonrasında da tekrar mezun olduğum üniversiteye dönerek, orada yöneticilik yaptım ve Üniversite-Sanayi İşbirliği’ni oluşturmak, dijital dönüşüm, Endüstri 4.0, ya da 4. Sanayi Devrimi konularında üniversitedeki birikimi iş dünyasına aktarmak amacıyla hocalarımızla birlikte bir platform kurduk. Burada da Türkiye’nin dijital dönüşüm ile 4. Sanayi Devrimi’ndeki yolculuğuna yön verecek çalışmalar yapmaya başladık. Daha sonra da Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nda bakan yardımcısına danışmanlık yapmaya başladım ve bunun için de TÜBİTAK’a geçtim. Şimdi de TÜBİTAK’ta, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın 2023 stratejisi ve bu strateji kapsamında alt sektörlerdeki yol haritalarının hazırlanması ve Türkiye’nin teknolojik dönüşümünün kurgulanmasıyla ilgili çalışmalarda rol alıyorum. Bu yolculuğun Türkiye açısından çok güzel ve heyecanlı bir dönem olduğunu düşünüyorum.

Ekin Tazegül: Hocam aslında ben sizi tanıtmayı düşündüm en başta ama sonra sadece bir araştırma yaptığımda perakendecilikten telekoma, hızlı tüketim ürünlerinden danışmanlığa geniş bir yelpazede bir iş tecrübeniz olduğunu gördüm. Bir de üzerine Boğaziçi Endüstri 4.0 platformunun başkan yardımcılığı işte aynı zamanda Boğaziçi Üniversitesi’nde sanıyorum ki MBA Program Direktörlüğü de yapıyorsunuz ve TÜBİTAK var, o var, bu varken, bir anda acaba “Ben anlatsam çok eksik kalır mıyım?” diye korktum doğruyu söylemek gerekirse. O yüzden sizden duymak çok daha güzel oldu. Dilerseniz, ilk sorumla başlayayım. Aslında ilk soru, hepimizin bugünlerde konuştuğumuz konu, bizim de şu anda yüz yüze değil de böyle bir ekran karşısında, dijital bir ortamda bu sohbeti yapmamızın nedeni olan COVID-19.  COVID-19’u konuşmazsak olmaz. Sizce COVID-19 süreci üretim sektörüne ne öğretti? Pandemi öncesi ve sonrasında sizin gündeminiz değişti. Yani mesela burada size şeyi sorabilirim. 6 ay önce gündemimiz neydi de bugün nasıl bir değişiklik oldu, bugünkü gündeminiz ne?

Sertaç Yerlikaya: Artık gündemimizi COVID-19 öncesi ve sonrası diye tanımlıyoruz. COVID-19’un dünya ekonomisine sebep olduğu şoku bastırmak için devletlerin verdiği teşvikler bugün itibarıyla 10 trilyon Dolar’ı aştı. Dolayısıyla dünya tarihinin bugüne kadar yaşadığı en büyük sağlık ve krizin içindeyiz. Ülkeler yeni ekonominin kurallarını, üretimin, okulların kurallarını koymaya çalışıyorlar ve bir taraftan da okulları, üniversiteleri açmaya, üretimi açmaya, ekonomiyi yeniden canlı hale getirmeye çalışıyorlar. 10 trilyonun çok daha üzerinde birtakım teşviklerle ve desteklerle ancak bunları yapmak mümkün olacak. Diğer taraftan bu dönemde salgından dolayı ya da salgına bağlı diğer sebeplerden dolayı sevdiklerini kaybeden birçok insan oldu. Onlara da öncelikle sabırlar diliyorum. Büyük bir krizin içindeyiz ama krizler fırsatları da doğuruyor. Her şey yeniden yazılıyor. Dünyada kartlar yeniden dağıtılıyor ve bugüne kadar bildiğimiz bütün doğruların artık geçerli olmadığını gördüğümüz bir dönemdeyiz. 6 ay öncesi bambaşka bir dünyaydı. O zaman ‘Dijital dönüşüm nasıl yapılacak?’, ‘Şirketleri ya da bu yönetimleri yeni teknolojilerle nasıl ikna edeceğiz’ diye düşünürken, birdenbire ‘Online yapılmazsa hayat devam etmez’ durumuna geldik. O yüzden her şey gerçekten çok değişti ve COVID-19 bize gösterdi ki tek önemli olan şey; insan ve insanın sağlığı. Bunları sağlayamadığımız, insana önem vermediğimiz konularda ilerleme sağlamamız mümkün olmayacak.

Üretim sektörü, COVID-19 döneminde neler öğrendi diye baktığımızda, dijitalleşmenin yarına ertelenemeyeceğini artık bunun gerçekten acil bir şekilde yapılması gerektiğini gördü.

Böylece hem üretimde hem de diğer ticarette de verimsiz olarak tanımlayacağımız birçok adım; operasyonel olsun, karar aşaması olsun, birer birer ortadan kalktı. Gerçekten insanların elzem ihtiyacı olan konularda işlerin devam ettiğini görmeye başladık. Dolayısıyla COVID-19 birtakım işleri hem de şirketleri yeniden tanımlamaya başladı. İlk zamanlarda biliyorsunuz, evlere kapandığımız dönemlerde üretim durdu, birtakım hizmetler durdu. Ama gıda olsun, sağlık olsun yine teslimatıyla ilgili olsun hizmetler devam etti. Oradan geriye dönüp baktığımızda gerçekten insana katma değeri olan ürünlerin, ekonomilerin daha büyüyerek devam ettiğini görüyoruz. Hem sağlık alanında hem gıda alanında hem de teslimat alanında birçok firmanın büyüdüğünü ama insana dokunmayan, insanın problemini çözmeyen alanlarda da birçok firmanın kapandığını gördük. Üretim şirketleri açısından baktığımızda üretimi çok iyi son model son teknoloji üretim yapan şirketler ve tesisler var. Ama onlar da tek başlarına yeterli olmadığını görmediler bence bu dönemde. Çünkü ham madde sağlayamadığınız zaman üretim tesisinizin son model olması bir şey ifade etmiyor. Ürününüzü satacağını pazar olmadığı zaman yine üretim yapıyor olmanız bir şey ifade etmiyor. Diğer taraftan ürünü pazar ulaştıracak olan kamyonunuz, şoförünüz ve gümrük memurunuz olmadığında da bir şey ifade etmiyor. O yüzden güçlü üreticiler kendi değer zincirlerindeki diğer firmaların da hem finansal hem kurumsal olarak daha güçlü olmaları için sürdürebilir yapılar kurmak konusunda önlemler almaya başladılar.

Tek başına iyi bir üretim yapmak değil bir zincir, bir sistemin içinde birbirini destekleyen oyuncular olmanın önemi ortaya çıktı.

Verimlilik konusunu belki daha sonra tekrar da konuşuruz ama özellikle başarılı şirketleri ve COVID-19 öncesindeki karlı şirketlere baktığımız zaman tedarik zincirini çok iyi optimize eden aradaki işte just in time yöntemleriyle süreçleri minimize eden şirketler olduğunu gördük ama bu yapıların, birbirinin ucuna eklenmiş, bu yapıların aslında çok esnek yapılar olmadığını, daha kırılgan yapılar olduğunu gördük. Dolayısıyla sistemler ve zincir karmaşıklaştıkça esnek olmak, sorun çözmek ve krizlere cevap vermek mümkün hale gelmiyor. Artık biraz daha bu küresel sistemlerin daha yalın hale geldiğini, daha optimizasyonun farklı kriterlerle gerçekleştirildiğini ve yakın coğrafyalardaki çözümlere gidildiğini gördük. Belki hani son bir şey söylemek gerekirse, müşteriye ulaşan ürünler biraz daha tüketimi tetikleyen ürünlerdir belki. Bugün artık stratejilerin, yapılan AR-GE’lerin ya da üretim tasarımlarının hep bir problem etrafından çıkması ve o problemi yani insanın problemini çözen, insanın problemine cevap veren hizmetlerin sürekli olduğunu yine COVID-19 dönemi başında ve halen devam eden süreçte yaşıyoruz. Dolayısıyla problemi tanımak ve o problemi çözecek olan partileri bir araya getirmek bundan sonrasında da üretim sektörünün kullanacağı araçlardan birisi olacak diye düşünüyorum.

Ekin Tazegül: Yani dünyada aslında birçok büyük atılımın, birçok büyük gelişmenin ya da teknolojik değişimin aslında kriz dönemlerinde ya da sıkıntılı dönemlerde yaşandığını görmekteyiz. Korona döneminin aslında çok büyük sıkıntılara yol açmasıyla beraber aynı zamanda dünyadaki bütün sektörler için dijital dönüşümü tetikleyen bir süreç olduğunu söylesek yanlış olur muyuz sizce?

Sertaç Yerlikaya: Kesinlikle. Korona dönemi bir şey gibi aslında bir film olsa ve uyansak, ‘Evet, gerçekten böyleydi. Böyle olması gerekiyormuş’ diyeceğimiz bir dönem. Daha önce konuştuğumuz hep dijital dönüşüm gerekli işte sistemlerin yeniden tasarlanması, devlet yapılarının kurgulanması, insan hızlı adapte oldu bu sürece ama şirketlerin de kurumların da adapte olması ve birtakım şeylerin artık hayatımızdan çıkması gerek dediğimiz işler korona döneminde birdenbire çıktı. İşte okullar en basit örneği. Okullarda sınıflar tabii ki önemli ama uzaktan eğitimin de uzaktan eğitim ile birlikte ücra köşelere eğitim ihtiyacının sağlanması da mümkün hale gelecekti ve bu konuşuluyordu. Ama mevcut sistem bunu reddediyordu birçok nedenden dolayı. Ama;

COVID-19 döneminde gördük ki; bir günde, birkaç günde, birdenbire dönüşüm mümkün hale geldi ve çözülmeyecek dediğimiz sorunlar da çözülebilir hale geldi.

Ekin Tazegül: Belki de aslında burada Türkiye’nin günümüzdeki durumu konuşmak doğru olabilir. Özellikle az sonra da değineceğim yaptığınız çalışmaya ama burada sadece kısaca değinmek gerekirse sizce Türkiye’de Endüstri 4.0 ulaşılması sizce çok yakın bir durumda mıyız yoksa Endüstri Devrimi’nde sizce hangi aşamadayız?

Sertaç Yerlikaya: Bu soruya biraz kendimden örnek vererek cevap vermek istiyorum. Kendimi anlatırken, bir dönem Afrika’da çalıştığımdan bahsetmiştim. O dönemde Uganda ve Zimbabve’de çalıştım. Oradaki evler çok farklı evlerdi. Kimsenin evinde telefon yoktu, bizim alıştığımız anlamda yapılar yoktu, özellikle Uganda’da… Ama o derme çatma binaların içinde internet kafeler vardı ve internet kafelerin içi doluydu. Hatta bisikletin arkasına kabin yapıp, orada cep telefonuyla sokak sokak dolaşıp, insanlara telefonları kullandıran kişiler de vardı, inovatif iş modelleri de vardı bu anlamda. O yüzden ben Endüstri 4.0’ı buna benzetiyorum aslında. Yani tamam, bir Sanayi Devrimi olması için elektrik olması lazım. 4. Sanayi Devrimi olması için internet de olması lazım. Ama bir ülkenin 4. Sanayi Devrimi’ne geçmesi için illa makina çağını tamamlamış olması gerekiyor. Yani 1, 2, ve 3’te başarılı olmuş olması ondan sonra 4’e geçmiş olması gerekmiyor. Estonya da burada güzel bir örnek. Kendini dijital bir ülke olarak tanımladı. Girişimcilerin diğer ülkelerdeki kurulu sistemlerde çözemediklere problemlere, işte şirket kurma, kapatma ve fatura kesme gibi problemleri çok pratik bir şekilde çözdü. İlla diğer ülkeler gibi belirli aşamalardan geçmesi gerekmedi. Türkiye’nin Endüstri 4.0 yolculuğunu da bu hikâye ile bağlamak istiyorum. İlla 1, 2 ve 3’ten çok iyi puanlar almamız ve ondan sonra 4’e geçmemiz gerekmiyor. Burada gerçekten başarılı hikayeler var. Kendi markalarını oluşturan yeni girişimler, yeni ürünler ya da mevcut üretimlerini, sanayilerini, işlerini, veriyi de kullanarak, dijitalleştirerek, yapay zeka kullanarak farklı boyuta getiren şirketlerimiz, firmalarımız var. Onların sayılarının artacağını düşünüyorum. Burada yalnız şöyle bir handikabımız var. Biz 1, 2, 3 ve 4 diye puanlama yaptığımız en yüksek puanı alma eğilimindeyiz. Yani 4 olma eğilimindeyiz ya da 4’ten sonra 5, 6 ve 7 gelecek mi, onu konuşuyoruz. Diğer taraftan yapay zekâ konuları var. Sanki böyle dijital dönüşümü tamamlamışız, o dönem bitmiş, yapay zekaya geçiyormuşuz gibi bir algı da var sektörlerde. Bunları iyi düşünmemiz lazım. Yapay zekâ dediğimiz şey; veri olmazsa olmaz. Ama 4. Sanayi Devrimi bize o veriyi nasıl elde edeceğimizi tanımlayan sistemleri kurduran bir yapı. Dolayısıyla adım adım biraz da elma ile armutu karıştırmadan bu süreçleri tanımlamamız gerek. Diğer taraftan mevcut sistemleri değiştirmek zor. Türkiye’de özellikle mevcudu dönüştürenlerden çok yeniden başlayan, yeni başlangıçlar yapan şirketlerin, sanayicilerin bu konuda daha başarılı olacağına inanıyorum. Yani bir sıralama yaparsak, çok yukarılarda değiliz, sektörel olarak değerlendirme yaparsak, bazı sektörler, sektörün de gereğinde daha aşağılarda. Ama özellikle yazılımda, yazılımın ağırlıklı olduğu sektörlerde oldukça rekabetçi olduğumuzu düşünüyorum.

Ekin Tazegül: Endüstri 4.0’dan bahsederken aslında öncelikle nasıl bir yerden çıktığından bahsetmek lazım. Hannover’deki fuarda aslında sadece bir şirketin vizyonu olarak değil, bir akademik çalışma aslında da bir devlet politikası olarak çıkmış bir şey. Şimdi sizin içinde bulunduğunuz Endüstri 4.0 platformu ile ilgili olarak yazdığınız yazıda şöyle bir şey gördüm,

“Türkiye Endüstri 4.0 teknolojilerini geliştiren, üreten ve satan bir ülke konumuna getirmek için üniversiteleri merkeze koyarak, iş dünyası, sivil toplum kuruluşları ve kamuyu içine alan bir yapı kurmayı ve bu yapıyı geliştirmeyi hedeflemekteyiz.”

demişsiniz. Şimdi burada şunu sormak isterim. Sizce Türkiye’de 4. Sanayi Devrimi’nin getirmiş olduğu dijitalleşme konusunda akademi ve sanayi arasında yeterli iş birliği bulunmakta mı? Firmaların dönüşümünde akademilerin, üniversitelerin rolü nedir ve sizce ne olmalıdır? 

Sertaç Yerlikaya: 4. Sanayi Devrimi dediğimiz, teknoloji, teknolojinin kullanımı. Teknolojik gelişmeler belki akademide başlıyor ama bunun daha önce de bahsettiğim gibi bir sorunu çözdüğü zaman değer kazanıyor. Sorun da sanayi tarafında oluşuyor. Sanayinin sorununu tarifli olması, üniversitenin yaptığı çalışmalar ile bu sorunu çözebilmesi önemli. Bu ikisinin arasında oldukça bir boşluk var ve daha önceki sanayi dönüşümlerinde o boşluk hızdan dolayı zaman içinde kapanabiliyordu. Ama bugün artık üniversite ve sanayinin daha iç içe olması gerekiyor ve bunu başaran ve şu anda da önde olan ülkelerde üniversite-sanayi iş birliğini başarmış ve kurgulamış olan ülkeler olduğunu görüyoruz. Bu Almanya’da da öyle Amerika’da da ciddi atılımlar oldu. Çin’de, Japonya’da ve Kore’de de öyle. Türkiye’de bu konuda çok iyi olduğumuzu düşünmüyorum. Örnekler ya da yaptığımız çalışmalarda da yol almamız gereken çok konu olduğunu görüyoruz. Sanayi, problemini tanımlamakta zorlanıyor bazen. Çünkü gerçekten operasyonel olarak birtakım sıkıntıları da var. O operasyonel sıkıntılardan çıkarak, daha geleceğe yönelik sorunlarını tanımladığında akademi ona cevap bulabilir. Çünkü akademinin amacı hiç çözülmemiş olan problemleri çözmek. O anlamda sanayinin kendi problemlerini daha iyi anlamaya ve çözmeye, bunun için de veriyi kullanma ihtiyacı var. Rakamsal olarak bir sorunu ortaya koyduğunuzda ona da çözüm bulmak daha mümkün hale geliyor.

Akademi ve sanayi iş birliği bu anlamda kritik çünkü gerçekten de hem makalelere baktığımızda hem patent çalışmalarına baktığımızda, üniversitelerdeki çalışmalarımızın sanayideki çalışmalardan çok daha ileride olduğunu görüyoruz.

Hem yapay zekâ konusunda işte siber güvenlik konusunda, nesnelerin interneti konusunda. Bunu üretim ile örtüştürmek ve oradan ancak ticarileştirerek ekonomik fayda üretmek mümkün. Burada daha çok iki tarafın da bir araya geldiği, birlikte çalıştığı ortamlara ihtiyaç var.

Ekin Tazegül: Ben mühendisliğe ilk başladığımda ilk derste şunu öğretmişlerdi. Mühendisliğin tanımı ve tanımın içinde aslında şöyle bir kısım vardı:

“Mühendis dediğimiz kişi, henüz ortaya çıkmamış problemlere çözüm üretebilen kişidir.”

Çok hoşuma gitmişti. Aslında mühendisler olarak, iş hayatına atıldıktan sonra özellikle Türkiye’deki bir mühendis, henüz ortaya çıkmamış problemlere çözüm bulmaktansa ortaya çıkan problemleri çözmeye çalışıyor. Fakat akademide daha henüz gerçekten ortaya çıkmamış bir problem üzerine düşünüp belki de bunun üzerine bir çözüm üretme şansınız var. Belki de gerçekten akademi ve sanayi iş birliğini sağlayacaksak burada ortaya çıkmamış problemleri sanayi olarak gidip de bir üniversiteyi, akademisyeni, danışmanı ya da farklı alanlarda çalışan insanlara sorabilmek bizim için önemli olabilecektir herhalde. Yaklaşık 2 yıl önce sizinle tanıştığımızda hatırladığım kadarıyla henüz ortaya çıkmamış meslekler ve 4. Sanayi Devrimi ile birlikte ortadan kalkacak meslekler üzerine çalışıyordunuz. En son baktığımda da sanayi bölgesinde KOBİ’lerin dijital dönüşüm projesinde yöneticilik yapıyordunuz ve bununla alakalı çok güzel bir rapor hazırladınız. Sanıyorum ki Dudullu Organize Sanayi Bölgesi’nde bir çalışma yaptınız, oradaki KOBİ’ler üzerinden de olgunluk endekslerini çıkardınız. Şimdi burada size şunu sormak istiyorum. Siz Endüstri 4.0 konusunda hangi çalışmaları yapmaktasınız? Hangi alanlarda çalışıyordunuz? Rica etsem kısaca çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?

Sertaç Yerlikaya: Mühendislik ile ilgili verdiğin örnek çok güzeldi. Ben de o yüzden mühendisliği gerçekten seviyorum. Problemi hem tespit etmek hem de çözmek anlamında… O yüzden Endüstri Mühendisliği’nde özellikle bu dönemde kabiliyetlerini en çok kullanan mühendislik oldu. Hep bize şey söylerdi: “İnşaat mühendisliği inşaat yapar, makina mühendisliği makina yapar. Endüstri mühendisi ne yapar?” Bugün artık Endüstri 4.0 yapar diye espri de yapabiliyoruz. 

Ekin Tazegül: Ben de endüstri mühendisiyim de ben de aynı şekilde espriler yapabiliyorum artık.

Sertaç Yerlikaya: Ben ne yapıyorum? Endüstri 4.0 ve dijital dönüşüm konusunda hem devlet kaynakları destekli hem Avrupa Birliği destekli birçok proje son birkaç senedir yapılıyor. Bir kalkınma ajansı desteği ile dijital dönüşüm olgunluk endeksi çalışması yaptık, Boğaziçi Üniversitesi Endüstri 4.0 Platformu olarak. Ben bu çalışmanın sonlarına doğru TÜBİTAK’a geçmiştim. Benzer çalışmaları yapan başka üniversiteler ya da başka kurumlar da var. Bulunduğum yerden de gördüğüm, Türkiye’de gerçekten çok çalışma var ama bu çalışmaların birbirleriyle bütün bir resmi oluşturması lazım. Benim şu anda yaptığım çalışma aslında o resmi oluşturmak, o resmi oluştururken de parçaları da birleştirmek… Bunun için de dünya ekonomik formunun çeşitli çalışma gruplarında yer alıyorum ve hem 4. Sanayi Devrimi hem de COVID-19 sonrasında oluşturulan greater set çalışmalarında yeniden kurulan dünya düzeni ile ilgili uluslararası şirketlerin temsilcileri, akademisyenler ve STK yöneticileriyle bir araya geliyoruz. Burada Türkiye için 4. Sanayi Devrimi’nin resminin nasıl oluşması ve ihtiyaçların nerelerde olduğunu tespit etmeye çalışıyorum ki yapılan bu kadar yatırım ve çaba da birbiriyle örtüşür, konuşur hale gelsin. Yoksa baktığımızda işte 2016 ve 2018’den beri hep bir farkındalık çalışması içindeyiz. Yeni teknoloji nedir, dijital dönüşüm nedir, yapay zekâ nedir, Endüstri 4.0 teknolojileri nedir… Hep bunların farkındalık eğitimleri, farkındalık çalışmaları içindeyiz. Ama bunun gerçekten hayatımızın içine girmesi, üretimimizin içine girmesi ve birtakım ürün ve çözümler sunmaya başlaması gerekiyor. O nedenle bu çalışmaları örtüştürmeye çalışıyorum. Nedir bu? Önce bu sorunu tespit etmeniz lazım. KOBİ’lerden başlıyor. Çünkü KOBİ’ler dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi Türkiye’de de ekonominin yüzde 80’nini, 90’nını sağlıyorlar. Dolayısı ile KOBİ’leri öncelikle dönüştürmek lazım. Dönüştürebilmek için ilk resmi çekmek, ilk resim için de bir değerlendirme aracına ihtiyacımız var. O resmi çekecek değerlendirme araçlarının setini oluşturmaya ve Türkiye için bir model oluşturmaya çalışıyoruz. Bu resim çekildikten sonra yol haritasının hazırlanması lazım.

Her KOBİ’nin ihtiyacı farklı. Kiminin kurumsal dönüşüme ihtiyacı var, yaptığımız çalışmada kimi KOBİ’leri değerlendirdiğimizde çoğunun kurumsallaşma sürecinde eksikliğinin olduğunu yani daha dijitalleşmeye gelmeden kurumsallaşma aşamasında birçok değişime ihtiyacı olduğunu gördük.

Onun altında da daha ileriki seviyedeki KOBİ’lerin de dijitalleşme sürecinde işte üretim sistemlerinin birbirleriyle konuşması, ürün geliştirme, AR-GE sistemlerinin birbirleriyle konuşması gibi gerçekten 4. Sanayi Devrimi’nin teknoloji çözümlerine ihtiyacı olduğunu görüyoruz. Burada yol haritası hazırlandıktan sonra o yol haritasının hangi teknoloji tedarikçisi şirketlerle çözüme ulaşıyor yani hangi çözümlerin ona cevap olduğunu bulması lazım. Dolayısıyla bizim bu çözümleri sunan teknoloji şirketleri ile o KOBİ’lerin oluşturulması önemli ve bunun sonrasında da o çözümleri gerçekleştirecek projelerin yapılması ve en sonunda da başlangıçta yaptığımız değerlendirme ve bu yolculuk sonrasında doğru adımlar atılmış mı, atılan adımlar etki yaratmış mı, beklenen etki dışında ne tür faydaları olmuş, onların takibini yapabilmek… Oluşturmaya çalıştığım resim şu aşamada böyle bir resim. Diğer taraftan birçok merkezler de var. Modern fabrikalarımız var. Dijital dönüşüm merkezleri var. Geçen haftalarda Cumhurbaşkanımızın açtığı, MESS’in kurduğu teknoloji merkezi var. Bu merkezler de birçok ihtiyacı karşılıyor. Orada da o ihtiyaçların birbirleri ile konuşuyor ve yeni yapılacak merkezlerde de artık yine cevaplanmamış yeni ihtiyaçların karşılanması, tekrara düşülmemesi lazım. Tüm bu sistemlerin birbirleri ile konuşacağı ve Türkiye’nin bu yolculukta öne çıkmasını sağlayacak olan yapıların oluşturmasıyla ilgili biraz daha entegrator olma yönünde çalışmalar yürütüyorum. Hem platform olarak hem de TÜBİTAK’taki görevim olarak. Burada şunu belirtmek lazım, tüm bu sistemlerin birbirleri ile konuşacağı ve Türkiye’nin bu yolculukta ön plana çıkmasını sağlayacak olan yapıların oluşturmasıyla ilgili biraz daha entegrator olma yönünde çalışmalar yürütüyorum. Hem platform olarak hem de TÜBİTAK’taki görevim olarak. Burada şunu belirtmek lazım, makina biraz önce söylediğim gibi hani makina devrimini başarıyla kapatıp, 4. Sanayi Devrimi’ne geçmek gerekmiyor. Burada aslında her ülke aynı noktadan başlıyor. Dolayısıyla bizim de başladığımız noktada kendi değerlendirmemizi yapıp, hızlıca adım atabileceğimiz yerlerde ilerlememiz önemli. Çünkü rekabette belki daha önceki makina devriminde gerideydik ama burada önümüzde çok büyük bir fırsat var. Çok kuvvetli bir genç nüfusumuz var. Tüm kaynaklarımızı doğru kanalize ederek, değerlendirmemiz gerekiyor.

Ekin Tazegül: Umarım öyle olur. Hocam aslında bu konuyla ilgili olarak biraz daha konuşmak istiyorum. Size sormak istediğim şöyle bir soru var. Yaptığınız çalışmanın aslında Türkiye’yi yansıtan bir örneklem olduğunu düşünüyor musunuz? Çünkü aslında rapora baktığımızda firmaları 3’e gruba ayırıyorsunuz, gelişmişliğe göre ve beyaz eşya sanayi ve organize sanayi olarak da 2’ye ayırıyorsunuz, yanlışsam düzeltin lütfen ve ortalamaları gördüğüm kadarıyla 1,6 ile 1,8 arasında değişmekte 4 üzerinden. Az önceki soruya da atıfta bulunarak belki de, Türkiye şu anda 4. Sanayi Devrimi noktasında 4 üzerinden şu anda gerçekten 1,6 ile 1,8 arasında mı? Yoksa tüm Türkiye’ye yaydığımızda bunu daha aşağıda ya da yukarıda çıkabilir mi üretimimiz?

Sertaç Yerlikaya: Nispeten Türkiye’nin olgun bir organize sanayisinde Dudullu Organize Sanayi’de yaptık bu çalışmayı. 100 şirkete ulaşmak için de yine önde gelen şirketlerimizle tedarikçileriyle çalıştık. Onlar da olgun sayılabilecek KOBİLER’di. Türkiye geneline baktığımızda 100 şirkette ve Türkiye geneline baktığımızda tüm resmi yansıtmıyor. Ama İstanbul dışında da Anadolu’da da birçok başarılı KOBİ’miz var ve oradaki 1’e 1 rekabet belki çok yüksek olmadığı için kendine daha geniş alanlar bulmuş ve başarmak için doğrudan yurt dışına açılmış olan şirketler var ki ben bunu önemsiyorum. Şöyle bir handikap oluyor… Türkiye büyük bir pazar, 80 milyon. Dolayısıyla 80 milyona birer adet satsak, çok kar ederiz yaklaşımlı şirketler iç pazara yöneliyorlar.

Halbuki rekabet aslında dış pazarda, siz orada var olduğunuz zaman içerideki pazara da daha hâkim olabilirsiniz.

O yüzden Anadolu’da daha hızlı yurtdışına açılmış olan şirketlerin başarılarının daha yüksek olabileceğini düşünüyorum. Ortalama da çok fazla değişmeyecektir hani şu anda 1.6, 1.8 çıkması çok moral bozucu değil. Çünkü bunların çoğu kurumsallaşma sürecine girmemiş olanlar. O sürece girdikten sonra hızlı adımlar atıp, ilerleyebilecek olan (çünkü karar verici tek) çok hızlı karar verip, o dönüşümünü sağlayabilirler. Asıl zor olan daha yukarılara çıktıkça 2,8’den 3’e çıkmak… Çok daha zor. Zaten bu çalışmayı daha yaygınlaştırarak, İstanbul, İzmit, Bursa sanayi bölgelerinde hem de Anadolu’nun farklı sanayi bölgelerinde yaygınlaştırarak, bütün bir resmi çekmek artı burada her ne kadar gruplama yapmaya çalıştıysak da sektörel gruplama, diğer sektörler de işin içine girdiği zaman onların birbirlerinden öğrenecekleri iyi örnekler de artacaktır. Onların yaygınlaşmasıyla dışarıdan göstermek değil ama birbirlerine öğretecekleri çok fazla konu olacağından daha faydalı olacağını düşünüyorum.

Ekin Tazegül: Belki de üretim yapan firmaların teknolojik olarak gelişmişliğinden de bahsetmek gerekiyor olabilir bu noktada. Yine sizin bir yazınızda şöyle bir söze denk geldim, otomasyon ya da robotlarla yapılmaya başlanacağını söylüyorsunuz birçok tekrarlanan iş için. Böylece yaşlanan nüfus için daha kolay çalışma ortamı sağlanırken, ciddi oranda işsizlik söz konusu olacak demiştiniz. Aslında şu soruyu sormak istiyorum. Fabrikalar, üretim tesisleri son yıllarda nasıl değişmekte. Üretim sektörünün yönü sizce ne tarafa kaymakta, kısa vadede hangi değişimlere hazır olmamız gerekiyor?

Sertaç Yerlikaya: Otomasyon, çok ciddi iş gücü değişimine neden oldu. Şimdi robotikleşme ile birlikte daha fazla dönüşüm de olacak. Hep ne anlatıyorduk, COVID-19’den önce tabii… İşte robotikleşme ile birlikte tekrarlanan iş azalacak. Bunu mahkemelerde gördük ya da muhasebe gibi birtakım işlerde görüyoruz. Tıpta doktorlarda bile görebiliyoruz. Tekrarlanan işler azalacak, tehlikeli işleri robotlara yaptıracağız? Bunlar nedir… İşte yangın olduğunda bir otonom aracın, otonom itfaiyenin yangının merkezine kadar girip, orada onu söndürmesi. Bunlar tabii ki çok önemli şeyler. Çünkü oraya insanın sürdüğü bir aracı götüremiyorsunuz ama yangının kalbine gitmezseniz de daha uzun sürüyor. Dolayısıyla hem tehlikeli işlerde hem de sıkıcı işlerde tekrar eden işleri sıkıcı olarak nitelendirirsek, robotikleşme ile birlikte daha fazla dijitalleşmeyle birlikte insan gücüne ihtiyaç olmayacak. Belki bunu call centerler için de yaygınlaştırabiliriz. Bu neyi getiriyor? Aslında şimdi biz uzun saatler çalışmaya alışkınız, mesai yapmaya alışkınız ve toplum olarak hep çalışarak, kendimizi çalıştığımız ortamda çalıştığımız şeylerle kendimizi tanımlamaya, ifade etmeye çalıştık. Yeni nesilde bunun değiştiğini görüyorum. Gençler daha çok kendilerini sevdikleri ve kendilerine ait oldukları şeylerle tanımlıyorlar. Belki hani endüstri mühendisi olarak tanımlıyorum, farklı tanımlıyorum, iş üzerinden tanımlıyorum. İş üzerinden bu tanımı değişecek. Çünkü iş bütün hayatımızı almayacak. Daha kısa sürelerde çalışıyor olacağız diye düşünüyorum, daha kısa işler yapacağız ve onun dışında da iş dışında da farklı işler yapılacak platformlar oluşturulacak. Yaşam standardı iyileştiği için hayat uzadığı için insanlar daha uzun süre çalışacak ama bu anladığımız anlamda 8-5 çalışmak değil. Gün içinde belirli bir sürede bir işe katkıda bulanmak, birine danışmanlık yapmak, birinin Excel tablosunu yapmak, uzaktan ders vermek ya da elle yapılacak bir iş yapacak varsa bunu yapıp, göndermek. Ama bu kolay bir kurgu değil. O yazıyı yazdığımdan beri farklı STK’larda bunun oluşumu için çalışıyorum. Birlikte çalıştığım insanları ikna etmeye çalışıyorum. Örneğin, iş hayatına ara vermiş insanların yeniden işe dönmesi için kurduğumuz STK var. Orada iş arayanlara da artık

‘Sen finans yöneticisiydin. Artık finans yöneticisi olmayacaksın, başka işler de yapabilmeyi denemelisin”

dediğimde bu kimseye şu anda sıcak gelmiyor. Çünkü tanımlı bir işi yapmak, o tanımlı işin karşılığında belirtilen ücreti almak, saatlerin belirli olması, onun bir etiketinin olması çok önemli. İnsanların daha kendi portföyünü oluşturduğu işte ben resim de yaparım, müzik de yaparım, yazı da yazarım, danışmanlık da yaparım, bunların hepsinden bir ücret kazanırım ve hayatımı geçindiririm ve sadeleştiğim zaman çok fazla maliyete de ihtiyacım yok yaklaşımı henüz COVID-19 sürecinde de gördüğüm kadarıyla olgunlaşmadı insanların zihninde. Biraz daha zaman olduğunu düşünüyorum ama yavaş yavaş bu yönde evrileceğini düşünüyorum. Çünkü işler kapanıyor, işler azalıyor. Robotikleşmenin gerekliliği ortaya çıktı, sağlık nedenleriyle de oluyor. İnsanlar işten uzaklaşıyorlar, belirli bir dönem kısa dönem ödemesiyle devletler insanlara ücretler ödeyecekler ama onun da geri dönüşü lazım, onun da bir kurgulanması lazım, devamlılığın sağlanması lazım. Onun için mutlaka üretken olacağımız birtakım yapılar oluşacak. Ama henüz ben cevabı arıyorum, yöntemi arıyorum. İkna edebildiğim kişi sayısı bir elin beş parmağını geçmedi.

Ekin Tazegül: Bu sanırım biraz da kültürle alakalı. Mesela Japonya’ya baktığımızda 70-80 yaşında bir insan emekli olmasına rağmen tekrar kodlama öğrenmeye başlayıp, daha sonrasında programcı olabiliyor. Çünkü o kültürde bu biraz daha normal karşılanıyor ve Türkiye’den bakıldığında bu biraz garip karşılanıyor. Belki de sıkıntılarımızdan biri de bu. Aynı zamanda çalışanlara baktığımızda onlar da aynı şekilde davranıyorlar. Gidip de bir yeri dijitalleştirmeye çalıştığınızda işçi de buna bazen karşı durabiliyor.

Ben Endüstri 4.0 ya da dijital dönüşüm diyebileceğimiz bu süreçte aslında dönüşmesi gereken şeylerden birinin de kültür olduğunu düşünüyorum.

Aslında sorunun son kısmında sorduğum sizce Türkiye’deki firmalar bu değişimi yakalamaya ne kadar yakın sorusunu da belki çalışanlar bu değişimi kabullenmeye ne kadar yakın diye değiştirebilirim bu noktada.

Sertaç Yerlikaya: Evet, çok güzel bağladın aslında. Çalışanlar ve kültürümüz çok farklı. Yeni bir şey öğretmek ve kendini yeniden tanımlamanın yaşı olmadığını biliyoruz. O 1, 2, 3, 4, 5, 6 ve 7’ye illa yükselmemiz gerekiyor. Yaş aldıkça da o aldığımız yaştaki üst mertebeye ulaştığımızı düşünüyoruz. Dolayısıyla yeni bir şey öğrenmek yerine öğretmek konumunda olmayı tercih ediyoruz. Aslında hala işte Japonya’dan verdiğin örnekler gibi insanların çok kolaylıkla yeni şeyler öğrenebileceği sistemler ve ortamlar internet üzerinde de mevcut. İnternet üzerinden yine baktığın zaman oradan yani üretken olmak da hala mümkün. Türkiye’deki kültürde iki problem olduğunu düşünüyorum. Birincisi hata yapmaya toleransımız yok. Hem bizim yok hem de sistemin yok. Hatayı tolere eden bir sistem içinde değiliz. Neden… Çünkü ilk baştan itibaren sınavlara giriyoruz, YGS-LGS’de hepsinde 3 yanlış 1 doğruyu götürüyor, hata yaparsan puanın düşüyor. Dolayısıyla hata yapmayı tolere eden bir sistemden gelmiyoruz. Hep başarılı olanlar daha az hata yaparak iyi üniversitelere girenler oluyor.

Halbuki yeni fikirler için, cesaretli olmak için, teknolojiyi farklı alanlarda kullanmak, problem tanımlamak için biraz da hata yapmayı göze almak lazım.

Bunun kötü bir şey olmadığını, araştırmanın ve öğrenmenin bir parçası olduğunu görmek lazım. Bunu hem sistemin, şirketlerin, kamunun, kişinin kendi içinde hissedip, hatadan yılmaması gerekiyor. Diğer taraftan da sahip olma kültürü… Bu paylaşım ekonomisiyle, milenyum, yeni nesil ile birlikte paylaşımın, sahip olmanın önüne geçtiğini; deneyimin, sahip olmanın önüne geçtiğini ve artık yeni müşteri isteklerinin bir araca sahip olmak ya da bir eve sahip olmak yerine o tecrübeyi deneyimlemek olduğunu konuştuk. Genç nüfusumuz fazla olmasına rağmen Türkiye’de hala bunun yaygınlaşmadığını görüyorum ne yazık ki. Hala bir sahip olma eğilimi içindeyiz. Belki de o sahip olma eğilimi içinde olan kesim hala baskın.

Bizim 4. Sanayi Devrimi’nde belirli adımları hızlı atabilmemiz için sahip olmaktan vazgeçip, bildiğimizi, öğrendiğimizi, sahip olduğumuz altyapıları paylaşıma açmamız önemli.

Bunu hem akademi hem de sanayiye bağlarsak, akademinin sahip olduğu laboratuvarları paylaşıma açmak. Sanayinin sahip olduğu yetkinlikleri, hem girişimcilerin, gençlerin, hem de akademilerin bir veriyi paylaşımına açması ve o paylaşım ortamında rekabet öncesi iş birliği ve yeni şeylerin üretilmesi önemli. Çok ciddi bir kültürel değişim ama COVID-19’e bir süre sonra belki teşekkür edebiliriz, bu değişimde bizi zorladığı için. Gerçekten de zorluklar sonrasında büyük fırsatlara açılımlar olabiliyor. O nedenle Türkiye için iyi bir açılım olacağını düşünüyorum.

Ekin Tazegül: Değişim kültüründen bahsettiniz az önce. Mesela Finlandiya’nın eğitim sistemine baktığımızda

“Değişim hatalarla tetiklenebilir.”

diye bakmaktalar. Şimdi dijital dönüşüm sürecine baktığımızda özellikle Batı ülkelerinde benzer bir durum olabildiğini görüyoruz. Hatalar ile değişiklerinin sebeplerini bulabilmeyi sağlıyorlar. Yani bir yer de hata yapılabiliyorsa bu hataya bir çözüm de bulunabilir demek ki. Fakat Türkiye’de özellikle firmalarla görüşürken, işçilerinin, çalışanlarının ya da yöneticilerinin hata yapmasından çok o hata ile her şeyi doğru yaparak, olabildiğince aynı pozisyonda kalmayı çalıştığını görmekteyiz. Aynı zamanda sahip olma kültürü dediğimiz noktada da şimdi mesela bazı firmalarla görüşürken, şöyle bir şey ile karşılaşıyorum. IOT teknolojilerini kullanıyor musunuz diye sorduğumda, ‘Evet kullanıyoruz’ diyorlar. Peki veriyi toplayıp, bunu yorumluyor musunuz dediğimde, ‘Tabii ki yorumluyoruz’ diyorlar. Peki verileri dışarıdaki firmalarla paylaşarak, topyekûn bir çalışma yapıyor musunuz diye sorduğumda, ‘Genellikle biz veri paylaşmaktan biraz sakınıyoruz, korkuyoruz. Veri paylaşırsak, yanlış bir şey olabilir” gibi şeyler söylüyorlar. Aslında belki de kültür anlamında sıkıntılı olduğumuz noktalardan biri de bu. Siz de böyle düşünüyorsunuz sanıyorum ki… 

Sertaç Yerlikaya: Evet, buna başka bir örnek de ben vereyim. Mesela girişimciler ya da yeni teknoloji üreticilerinin bir müşteri bulması lazım kendini ispat etmesi için. Onun için de büyük şirketlere gidiyorlar. Onlarla iş yapmak, onlara çözüm sunmak istiyorlar. O şirketler de bu girişimleri, yeni fikirlere sahip olup, onu alıp, kendi işlerinde yürütmek istiyorlar. Halbuki kendi için aldığı zaman oradaki bütün gelişimi kapatmış oluyor. Onu dışarıda tutup, dışarıda büyümesine izin verdiğinde rakibiyle de çalışsa kendisi için çok daha büyük değer üreteceğini görmeyip, ‘İşte iyi bir fikir. Rekabette beni öne geçirsin. Patent hakkı da benim olsun’ dedikleri anda Trans Atlantik gibi büyük bir yapı, onun için de bir tekne olan girişimi yok ediyorlar. Veriyi paylaşmıyoruz… Veri paylaşımı aslında biraz kritik ve henüz tam bir çözümü de yok. Veriyi paylaşma konusunda tedbirli olmak elbette önemli ama orada bir klasifikasyona gitmek lazım. Mutlaka bende olması gereken veriler ne, kimseye vermemem gereken. İşte paylaşacağım müşterimle, tedarikçimle, belirli bir protokolü paylaşacağım verileri ya da tamamen açacağım verileri. Tamamen açacağım veri de bana sonsuz imkanlar sunacak bir yapı. Ama dediğin gibi şu anda o veriyi topluyor olması büyük bir aşama. Veri tanımlıyor olması büyük bir aşama… Yavaş yavaş da paylaşma ve paylaştığı zaman daha da katma değerinin artacağını görme seviyesine geleceğini umuyoruz. 

Ekin Tazegül: Umuyorum ki yetki ve rol bazlı veri paylaşımı teknolojilerinin yaygınlaşmasıyla birlikte insanlar biraz daha güvenli verilerini paylaşabilir hale gelecekler. Az önce Endüstri 4.0 tarif ederken, özellikle verimlilik konusu üzerinde çok durdunuz. Burada şöyle bir soru sormak istiyorum. Üretimde verimlilik konusu artık sürekli olarak dünyada gündemde, 200-300 yıldır belki hep gündemde olduğu gibi. Verimliliği artırmak için siz neler yapıyorsunuz ya da bir akademisyen, danışman gözüyle firmaların nasıl bir yol izlemesi gerektiğini düşünüyorsunuz?

Sertaç Yerlikaya: Belki biraz ters olacak ama verimlilik odaklı gitmeyi doğru bulmuyorum, çünkü bir dönüşüm içerisindeyiz. Verimlilik daha durağan bir süreçte yaptığımız işi daha iyi nasıl yaparız sorusunun cevabı.

Ama şimdi bir dönüşüm içinde olduğumuz için aynen veri paylaşımında olduğu gibi daha toleranslı olarak mevcut sistemi tamamen yeniden kurgulamak, olmazsa olmaz denen taşları yerinden oynatmak ve her şeyi bozup, parçalarına ayırmak, yeniden düşünme zamanındayız.

O yüzden verimlilik şimdi daha sonra gelecek bir konu. Bugün artık esas konumuz; yeni bir fikre nasıl ulaşabilirim, önümde bir problem var, onu nasıl çözebilirim… Daha fikir üretme, fikri ete ve kemiğe büründürme şeklinde olmalı diye düşünüyorum. Çünkü verimlilik konusuna konsantre olduğumuz zaman bir süreç tanımlamak, onları birbiri arkasına dizmek ve onların arasındaki akışı optimize etmek gerekiyor. Halbuki o akışı değiştirmek, aradaki o parçaları kaldırmak. Başına ve sonuna farklı şeyler eklemek veya legoları yeniden dizmek gerekiyor. O nedenle verimlilik tartışmalarının yerine ürün geliştirme, AR-GE yapma ve bunları patente ulaştırma yönündeki verimliliğimizi artırmak gerekir.

Ekin Tazegül: Günümüzde aslında biraz da yıkıcı inovasyon devrindeyiz denilebilir aslında. Bu noktada da Murat Şahin’in E-Tohum’da yazdığı yazıyı referans vererek sizin yazmış olduğunuz bir yazı var… “Türkiye’den UBER ve Whatsapp çıkar mı?” konulu yazıda siz demişsiniz ki, “Hayır çıkamaz.” Hala aynı şekilde mi düşünüyorsunuz? Türkiye’den UBER, Whatsapp ya da benzeri bir uygulama hizmet ya da ürün çıkamaz mı? Çıkamazsa neden çıkamaz?

Sertaç Yerlikaya: Aslında bu süreçte çıktı. Peak Games, bir Unicorn oldu. Bu süreçte de bunun olabileceğini gösterdi ve aşama aşama hikayelerine baktığımızda benzerlerinden çok daha farklı çok daha stratejik bir yaklaşım ile hedefe adım adım gittiklerini görüyoruz. Çıkabilir. O zaman çıkamaz dememin nedeni biraz önce söylediğim gibi bu hatayı tolere etmeme, sınav sistemi, eğitim sistemi… En yüksek dereceleri alan öğrencilerin üniversite sınavında mühendislik ya da tıp seçmesi. Ondan sonra da bir finans ya da hızlı tüketim ürünleri pazarlayan şirketlerde yer almaları, gerçek mühendislik yapmamaları gibi konular vardı. Bugün hani birçok gencin çok daha cesur olduğunu görebiliyorum. Diğer taraftan yeni işler yaparken, belirli iş tecrübesine sahip olanların da fırsatlarının olduğunu görüyoruz. Yine sahip olmak ve hatayı tolere etmek konularına geleceğim. Buradaki yaklaşımımız, kültürel bakış açımızı değiştirirsek, birbirimize destek olursak iş sahibi olmakla ilgili konu da var yani benim olsun konusu da var. Birbirimize destek olarak, o parçaları birleştirdiğimizde daha büyük olacağımızı görürsek ve pazar olarak da Türkiye’yi sadece baz alıp, yurtdışını hedeflersek, bir UBER, Facebook ve Linkedin çıkabilir, yeni alanlarda yeni şirketler yapabiliriz. Yazılımda ve oyunda oldukça güçlü firmalarımız var, devamının da geleceğini bekliyoruz.

Ekin Tazegül: Bu noktada galiba şu söylenebilir, umarım bizim böyle güzel hatalarımız olur, umarım daha iyiye gideriz. Bu noktada aslında biraz da kadın istihdamından bahsetmek istiyorum. Biliyorum, farklı alanlarda özellikle kadın mühendisler noktasında çalışmalarınız var. Burada ‘Türkiye’nin Mühendis Kızları’ projesinde yer aldınız. Afilli Kitap gibi bir girişimde buldunuz, orada özellikle kadın istihdamı konusunda bir katkıda bulunmak istediniz, bir çalışmanız oldu. Yayınladığınız bir sunum var, ‘No Woman No Money’ diye yani kadın yoksa para da yok diye… Şimdi bunların hepsine baktığımızda şunu sormak istiyorum. Sizce Türkiye’deki kadın istihdamı yeterli mi? Mühendis kadınlar, erkekler kadar eşit haklara ve fırsatlara sahip olabiliyor mu? Özellikle yönetsel pozisyonlarda kadınlar nerede ve nerede olmalı? 

Sertaç Yerlikaya: Bunu COVID-19 öncesi ve sonrası diye soracaksan ikisine de farklı cevabım olacak. COVID-19 sonrasında kadın çalışanların gerçekten çok daha zorlandığını ben kendim de tecrübe ediyorum. Çünkü evden, uzaktan çalışıyoruz. Çocuklar, uzaktan eğitim alıyorlar. Onların online olarak derslerini takip etmesi, derslerini takip ettiğinden emin olmak… Arada oyun oynuyor mu oynamıyor mu, video seyrediyor mu seyretmiyor mu diye emin olmak. Diğer taraftan aile üyelerinin, büyüklerinin özellikle birtakım beklentileri var. Evi idare etmeniz gerekiyor, diğer taraftan da işi yapmak gerekiyor. Bir danışmanlık firmasının yaptığı çalışmada da uzaktan çalışmanın, COVID-19 döneminde çalışma verimliliğini artırdığını söylüyor. Özellikle erkeklerin verimliliğinin çok arttığı ama kadınların ise düştüğünü söylüyor. Bu açıdan kadın-erkek eşit yaratılmadığı için sorumluluklar açısından, iş hayatında da dengeli bir dağılım olmuyor diye görüyorum. Özellikle COVID-19 sonrasında kendi tecrübemden de yola çıkarak… Buradaki dönüşüm nasıl olur… Evden çalışan bir kadının hayatı nasıl olur, ona bakmamız lazım. Bu bahsettiğim yeniden iş hayatına kadınların dönmesiyle kadınların bu COVID-19 sonrasında istihdama nasıl katkı sağlayacaklarını, nasıl dönecekleri konusunda bir araştırma yapıyoruz. Oradan da neler yapılabilir, ortaya koymaya çalışacağız. Ama COVID-19 öncesine bakarsak, iş hayatında kadınların belirli pozisyonlara gelmesi özellikle eğitim sonrasında, mezuniyet sonrasında herkesin eşit fırsatlara sahip olduğunu görüyoruz.

Yine kültürel nedenlerden dolayı ilerleyen yaşlarda genele baktığımızda özellikle evlilik ve çocuk sonrasında kadınların biraz daha geriye çekildiğini, sorumluluklardan dolayı daha uzun saatler çalışmak, iş seyahatlerini tercih etmemek gibi problemlerle karşılaşılıyor.

Bunların da terfileri bir şekilde etkilediğini görüyoruz. Bu bahsettiğim aslında konuştuğumuz bu farklı iş modelleri, kısa çalışma yöntemlerinde bulunabilecek birtakım çözümler kadınların iş hayatında ilerlemesini sağlayacak çözümler olabilir. Arka tarafta ihtiyaç duyulan şeylerin başka modellerle çözülmesi gibi. Türkiye açısından baktığımızda bizim evde her zaman destek veren bir mekanizma ya aileler ile ya da yardımcılarla destek alabiliyorsunuz. Yurtdışına göre çok daha avantajlıyız ve yönetim açısından baktığımızda da Türkiye’de birçok firmada Türk yönetici kadınları görebiliyoruz. Uluslararası camiada da yönetici kadınları görebiliyoruz. Biraz toplumsal sorunlardan, biraz da iş yapış şekillerden dolayı bugüne kadar sorunlar yaşanmış ve bundan sonra daha farklı olacağını düşünüyorum. Özellikle COVID-19 dönemine baktığımızda kadın yöneticilerin olduğu ülkelerde daha az sorunlar yaşandı. Ya da mesela Avrupa Merkez Bankası’nın yöneticisi kadın. İşte Almanya Devlet Başkanı kadın. Avrupa Birliği Başkanı kadın. Bu dönemde çok fazla dünyanın kendini yeniden iyileştirme döneminde çok fazla kadın yöneticinin olduğunu bunun da süreci daha barışçıl yürütmek açısından da etkili olduğunu düşünüyorum. Ama yapılacak çok şey var yine de kadın istihdamını artırmak konusunda.

Ekin Tazegül: Umarım hiçbir cinsiyet ayrımı olmaksızın herkes eşit haklara sahip olur ileriki günlerde. Son bir soru ile yavaştan bitirmek isterim. Sizce podcasti 2025 veya 2030 yılında yapıyor olsaydık yani şu anda Endüstri 4.0 ya da 4. Sanayi Devrimi’nden bahsediyorduk. Belki 4.1, 4.2 ya da 5’ten bahsediyor olacaktık. Sizce 5, 10 ya da 15 yıl sonra bu konuları konuşuyor olsaydık hangi konuları konuşurduk. Bu konular nasıl değişirdi?

Sertaç Yerlikaya: Burada belki Schumpeter’in 1950’lerde ortaya attığı ‘Yaratıcı Yıkım Teorisi’nden bahsetmek gerekir.

Sürekli dönüşüm içinde olan yapıların hep eskileri yok ederek, üzerine yeni yapılar kurarak ilerlediğini söyler Schumpeter.

Bunu da Fortune 500 şirketi üzerinden bir çalışmayla şöyle diyor, 1950-2017 yılları arasında 500 şirketten yüzde 12’si halen devam ediyor. Bugün baktığımızda 500 şirketin içinde işte eskiden olduğu gibi petrol ve otomotiv şirketlerinin yerine teknoloji ve platform şirketleri olduğunu görüyoruz. ABD dışında Çin’den, Avrupa’dan birçok şirketin olduğunu görüyoruz. Schumpeter’in teorisi 2077’ye geldiğimizde bu 500 şirketin tamamen değişeceği yönünde. Dolayısıyla bu podcasti 5-10 yıl sonra yaptığımızda konuştuğumuz şirketler ve örnekler tamamen değişmiş olacak. Daha bilişim sektöründen, daha yapay zekâ alanında yapılan işlerden, daha uluslararası pazarlarda belki ülkelerin üstünde konumlanmış yapılardan bahsediyor olacağız.

Türkiye açısından bambaşka bir dünya hayal ediyorum.

Türkiye açısından baktığımızda ilk 500 şirket hala petrol ve otomotiv ağırlıklı yani ağır sanayi ağırlıklı şirketler. Muhtemelen 5-10 yıl sonra artık teknoloji şirketlerimizi üst sıralarda göreceğiz. Diğer taraftan istihdam konuştuk ama istihdamda mesela bugün en büyük problemlerden birisi gençlerin sanayide çalışmak istememesi. Çünkü sanayi hala bacasından gri dumanlar çıkan, etrafındaki şehrin iyice kuraklaştığı, doğanın belki de yok olduğu ulaşımı zor mekanlar. Yeni teknolojilerle birlikte sanayinin değişmesi, buradaki mekanların daha gençlerin çalışmasını arzulayacağı daha canlı mekanlara dönüşmesi, uzaktan erişim ile IOT ya da yapay zekâ çözümleriyle sanayi alanlarının yaşamla daha iç içe olduğu yerlere dönüşmesi mümkün olacak diye düşünüyorum. Çalışmak ve işe gitmek gibi kavramların olmayacağı artık her yerden mekân bağımsız bu kavramları düşüneceğimiz ve bunun artık normal olduğu bir dönem olacak ve Türkiye açısından da baktığımızda

Türkiye, genç nüfusu ile bulunduğu konum ile özellikle esnek üretim ve çözüm yaklaşımlarıyla yeni dünyada farklı bir konumda, farklı bir pozisyonda olacak.

Çalışma saatlerimiz azalacak, ömrümüz uzayacak. Bugün sorun olarak görmediğimiz, bugün daha sosyal ya da hobi olarak gördüğümüz şeyleri tartışıp, iş gibi merkeze koyup, onlara çözüm bulmaya çalışacağız diye düşünüyorum.

Ekin Tazegül: Hocam çok teşekkürler, benim açımdan çok keyifli bir sohbetti. Umarım 2025, 2030 yılında tekrar böyle bir sohbetin içinde bulunuruz ve o zaman geldiğinizde de böyle demiştiniz, sizce hala böyle mi diye sorabiliyor olurum… Umarım sizin açınızdan da keyifli bir sohbetti. Katıldığınız için çok teşekkür ederim.

Sertaç Yerlikaya:: Ben de çok keyif aldım Ekin, çok teşekkür ettim. Hem sorular çok keyifliydi hem de bunları konuşmak çok keyifli. Umarım gerçekten de 5-10 yıl sonra izlediğimizde ya da izleyenler benzer bir dünya ile farklı bir dünya ile karşılaştıklarında bunları kritik etme fırsatı bulurlar. Çok teşekkür ediyorum, başarılar diliyorum.

Write A Comment