Akıllı Fabrikalar üretim sektörü sohbetlerinin konuğu İstanbul Teknik Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölüm Başkanı Alp Üstündağ. Ekin Tazegül sordu, Alp Üstündağ Endüstri 4.0, Yapay Zeka, Arttırılmış gerçeklik, Akıllı Karar Sistemleri gibi konularda görüşlerini anlattı.

Ekin Tazegül: Akıllı Fabrikalar Endüstri 4.0 sohbetlerinde Prof. Dr. Alp Üstündağ ile birlikteyiz. Hocam isterseniz kısaca sizi tanıyarak başlayalım.

Alp Üstündağ: Ben İTÜ Endüstri Mühendisliği Bölüm Başkanı olarak akademik hayatıma devam ediyorum. Yani Endüstri Mühendisliği öğretim üyesiyim. Biliyorsun, İTÜ’deki İşletme Fakültesi’nin içindeki ana bölümlerden biridir. Aynı zamanda Veri Mühendisliği ve İş Analitiği Ana Bilim Dalı’nın başındayım. Buna bağlı arka programlarımız hariç büyük veri ve iş analitiği bunlardan biri belki bunlardan da bahsederiz zaten konuşmamız sırasında. Bunun dışında yürüttüğümüz sertifika programları özellikle İTÜ içinde üretim dünyasında yani egzektif dünyaya yönelik olarak yürüttüğümüz çalışmalar var. Bunun dışında ikinci bir şapkamda teknokentte yürüttüğüm, başında olduğum Navimod Bilişim. Navimod Bilişim bünyesinde de yine dijital teknolojiler yine iş analitiği yapay zekâ ve büyük veri bağlamında farklı projeleri gerçekleştiriyoruz. Aynı zamanda kendi geliştirdiğimiz ürünler var. Çalışmalarımız böyle devam ediyor.

Ekin Tazegül: Gayet güzel hocam. Bunların hepsini ayrıntılı olarak konuşacağız az sonra. Ama ben önce şöyle başlamak istiyorum. Sayın Emre Çevikcan ile beraber baş yazarlığını yapmış olduğunuz ve fakültenizden birçok hoca ve araştırma görevlisinin de içinde kendi uzmanlık alanlarıyla ilgili bölümleri yazmış olduğu, yanlış hatırlamıyorsam Springer dergisinde yayınlanan Industry 4.0: Managing The Digital Transformation kitabınız hakkında konuşmak istiyorum. Doğruyu söylemek gerekirse benim sizle tanışmam bu kitap sayesinde oldu. Kitap gayet de ayrıntılı. Endüstri 4.0’ın hem teknolojilerini, gerek olgunluk düzeyi belirlenmesini ve nasıl etkileyeceğine dair birçok şeye değinmekte. Bu kitabı hangi ihtiyaca bir karşılık olarak yazdınız?

Alp Üstündağ: Esasında bu düşünce yaklaşık 3,5- 4 senedir bu dijital teknolojileri ve gelişimi takip ederken, kendi aramızda böyle bir çalışma yapabileceğimize dair tartışıyorduk hocalarla birlikte. Emre hoca ile birlikte, sağ olsun o da beni o konuda motive etti ve ekibin de aslında üniversite içinde gerçekten güvendiğimiz ve bu konularda uzman olduğunu düşündüğümüz birçok arkadaştan bu bağlamda destek istedik. Temel olarak, aslında bütünsel olarak o alandaki konularla ilgili bir araya getirilmiş; parça parça belki farklı yerlerde olan birçok konu vardı ama hani bütünleşmiş mantıkla bakan kitaplarda eksiklik vardı açıkçası literatürde. Bu bağlamda bunun tamamlayıcı olabileceğini düşündük. Yani bu kadar şey değildi, biz bunları düşünürken, yayınlar artık başlamıştı ama hani nasıl söyleyeyim, çok belli bir şey noktasına gelmemişti diyebiliriz. Şimdi bu konuyla ilgili bayağı ciddi yayınlar çıkıyor. Ama o dönem için de dediğim gibi toparlayıcı bir çalışma yoktu. Dediğim gibi ekibe de güvendiğimiz için böyle bir çalışmaya giriştik ve sağ olsunlar hepsi yaklaşık 25-30 üyesi olabilir orada, onlar katkıda bulunarak kitabın tamamlanmasını sağladık. Yani bütünlük taşısın istedik kitap için ve bütünlük şu bağlamda; genel kavramlar,  bu kavramlara bağlı olarak bu uygulamaların özellikle dijitalleşme ve Endüstri 4.0 uygulamalarında yönetimsel anlamda şirketlerin yaşayacağı prosesleri anlatabilmek, orada uygulanabilir birtakım metodolojilerden bahsetmek, dediğim gibi;

Bir olgunluk düzeyi ölçümü olsun, proje yönetimi olsun, önceliklendirme olsun, proje seçimi olsun vs. gibi birçok farklı konuyu orada ele aldık ve bunların farklı boyutları ile de baktık.

Yani insan kaynakları boyutuyla da baktık, başka yönetim ve organizasyon boyutu ile de baktık. Ama bütün bunların yanında bu dijital teknolojileri tek tek ele alıp, bu teknolojilerle ilgili potansiyel uygulamaların hem dünya üzerinde inceleyip hem de bunların olası etkilerini, varsa ülkemizdeki birtakım uygulamalarını yine kitapta değinmeye çalıştık ve onu bir mantık silsilesi içinde bütünleştirmeye çalıştık diyebilirim. Aslında her ne kadar dönemi etkileyen konular diyelim ya da teknolojiler, hepsi kendi başına çok büyük bir alanı etkilese de ve hepsi için ayrı ayrı kitap yazmak veya kitaplar yazmak söz konusu olsa da en azından tek bir parça içinde bunları toplamak, özetlemek ve bir araya getirmek gibi bir amaç içinde o çalışmayı gerçekleştirdik diyebilirim.

Ekin Tazegül: Gayet aslında Endüstri 4.0 üzerine çalışan kişinin, özellikle bir öğrencinin kılavuz olarak kullanabileceği bir kitap olduğunu düşünüyorum.

Alp Üstündağ: Teşekkür ederiz, evet. Dediğim gibi biz aslında birçok farklı kaynaklarda bulunan bilgileri, bir araya getirmek ve onları bir bütünsellik ve mantıksal bir silsile içinde işlemek istedik. Yaptığımız şey oydu, inşallah faydalı olmuştur birçok kullanıcıya, yazara… Dediğim gibi kitabın İngilizce olması nedeniyle yurt dışından da pozitif anlamda dönüşler alıyoruz. O anlamda bizim için de sevindirici bir konu olarak karşımıza çıkıyor. İnşallah devamı gelir. Zaman ve şey ayırabilirsek, arkadaşlar ile bir arada çok farklı şeyi yazmak istiyoruz.

Ekin Tazegül: Umarım hocam, gayet güzel olur. Şimdi kitabın bir bölümü vardı, Changing role of engineering education in Industy 4.0 era diye. Bu bölümde mühendislerin edinmesi gereken eğitim ihtiyaçlarını 4 gruba ayırmışsınız. Birinci grup veri toplama, depolama ve işleme teknolojileri. İkinci grupta katma değerli otomatik operasyonlar. Üçüncü grupta belirli alanlardaki son teknoloji uygulamaları içeren alan bilgisi ve son grup ise inovasyon ve girişimcilik şeklinde sınıflandırmışsınız. Şimdi burada size şunu sormak istiyorum. Akademik olarak üniversitelerin, öğrencileri dijitalleşen sanayiye uygun olarak yetiştirdiğini düşünüyor musunuz?

Alp Üstündağ: Yani şu geçtiğimiz 1-2 sene içinde ciddi anlamda bilinç arttı. Biz bu kitabı yaptığımız aslında böyle çok fazla bir en azından konuşuluyor, görüşülüyordu. Bazı toplantılar, çalıştaylar yapılıyordu ama hani ciddi bir hareketlenme yoktu. Ama şimdi son 1-2 sene içinde bu hem işte YÖK’ün üzerinden hem de TÜBİTAK’ın çalışmaları vs. bunların hepsi bir araya geldi. Üniversitelerle olan ilişkiler ve üniversitelerin içinde birtakım çalışmaların başlamasına sebebiyet verdi. Yani yeterli mi? Elbette şu an yeterli değil. Ama bu zaman içinde daha da gelişecek diye düşünüyorum. Bu bağlamda neler yapıyorlar derseniz, ilk başta tabii ki bu müfredatların değişmesi gerekiyor. Ben Endüstri Mühendisliği’ne geldiğim zaman zaten kafamda kurguladığım, bu teknolojiler ve yenilik sürecini yakından takip ettiğim için en azından Endüstri Mühendisliği’nin buradaki rolünün ne olması gerektiği hakkında ciddi düşünüyordum. Bunu zaten öndeki diğer arkadaşlarımızla da çokça tartışmaya başlamıştık. O yüzden o dönüşüme ilk etapta eğitim içeriklerinden başlayalım dedik. Yani müfredat, sistematikten ve bunla ilgili olarak nelerin ön planda olması gerektiği Endüstri Mühendisliği’nin temel rolünün önümüzdeki gelecek yüz yılda neler olacağını veya işte bunla ilgili olarak hangi alanda yetkinlikler kazanması gerekeceğini düşünerek, bu bağlamda birtakım değişiklikler yaptık.

Buraya baktığımız zaman özellikle bu teknolojiler konusunda bir yetkinliğe sahip olmak, en azından bu teknolojinin, uygulama alanlarının yaratacağı etkiler ve bu teknolojilerin uygulanması sırasında bütünsel anlamda bir proje yönetimi yaklaşımına sahip olmak ve bu projeleri yönetebilir halde olmak bence burada önem arz ediyor.

O bağlamda biraz incelerseniz, son 2.5-3 sene içinde yaptığımız değişiklerde dijitalleşmenin teknolojilerini, bu bağlamda gerektirdiği analitik yetkinlikleri; yapay zekâ olsun, büyük veri olsun, yine dijitalleşme ve dijital teknolojiler olsun ve birçok farklı alanda yeni dersler ekledik. Bunu yaparken tabii interdisipliner alanda bir çalışma mantığını da düşünerek, yürümek istedik ve bu bağlamda çok farklı disiplinlerden, alanlardan, uzmanlarla beraber yani öğretim üyeleri ile beraber yürüttüğümüz dersler veya karşılıklı olarak farklı dersleri kendi müfredatlarımızla paylaşarak, bir program oluşturmaya çalıştık.

Bu dönemde unutulmaması gereken bir konu var. Bu konu artık birçok farklı teknolojiler ve bunların ortak kullanımı, bu sınırları biraz ortadan kaldırdı ve bu sınırların ortadan kalkmasıyla ortak disiplinlerin bir arada çalışma gerekliliğini de beraberinde getirdi.

Bu bağlamda bakarsanız yani bilgisayar, makina, endüstri mühendisliği veya diğerleri hiçbiri aslında tek başına bu en azından yeni düzen içinde tek başına ayrı bir uzmanlık ile ayrışmak veya ayrılmak değil aslında bir arada çalışma mantığını da geliştirmesi gerektiğini düşünüyorum. Açıkçası ben bunu konuşmanın ileri safhalarında bahsederiz. Yakınca yaşadığım, diğer bir alan diyelim. Açtığımız yüksek lisans programında oldu.

Ekin Tazegül: Ben de tam olarak onu soracaktım aslında.

Alp Üstündağ: Büyük veri, yine bu dijitalleşmenin ana başlıklarından biri olan bu analitik yani yapay zekâ ve bu konuyu da içeren büyük veri ve iş analitiği diye bir yüksek lisans programı açtık, yaklaşık 3-4 senedir devam ediyor. Bu program ciddi anlamda bir şey alıyor, başvuru alıyor. Aslında indüktif bir program. İlk etapta yöneticilere ve iş dünyasından gelen insanlara yönelik olarak hazırlanmış bir programdı. Ama içeride baktığınız zaman çok farklı disiplinlerden öğretim üyeleri görebilirsiniz. Yani içeride bilgisayar mühendisleri var, elektronik mühendisleri var, fizik mühendisleri var, ekonomistler var, işletmeciler var, endüstri mühendisleri var, matematikçiler var yani baktığınız zaman farklı alanlardan bir araya gelmiş birçok uzman orada farklı konuları aynı amaç uğruna anlatmaya çalışıyorlar. Bu bağlamda dediğim gibi bu disiplinlerin ortak bir alanda bir araya gelmesi de ciddi anlamda farklı çalışma kültürünü de hem Türkiye’de hem de dünya üzerinde yaşatmanın gerekliliğini bize gösterdi. Özellikle ülkemiz için değerlendiriyorum. Alanlar ve uzmanlıklar, kendi içinde çok odaklanmış vaziyette, özellikle üniversiteler bağlamında. Ama ortak çalışma kültürü ve disiplinler arası çalışma veyahut disiplinler arası birtakım program, birim veya bölümlerin veya merkezlerin açılması bu bağlamda önem arz ediyor diye düşünüyorum, en azından bu yapmış olduğumuz yüksek lisans programı diyelim, bu anlamda bize ciddi bir tecrübe kazandırdı. Bu program yaklaşık 4 sene dedim, 200-250 kişi kadar başvuru alıyor. Geçen sene 300’dü ve bu programın aslında başarısını da gösteriyor. Hem de insanların ne kadar bilinçlendiğini, şirketlerin de bu anlamda bilinçlendiğini ve bu konuda bir yetkinlik kazandırmak gerektiği ve özellikle analitik anlamdaki şirket içindeki boşlukları tamamlayacak insan kaynağını ve bu tarz programlar üzerinden tamamlayabileceklerini düşündüklerini görüyorum. Bu da tabii ki bizim için sevindirici bir şey. En azından ülkemiz bu yenilikçi teknoloji ya da akımları yakından takip edip, bunları en kısa zamanda ve en doğru şekilde üyelerine adapte etmeye çalışıyorlar diye düşünüyorum.

Ekin Tazegül: Aslında buradaki önemli nokta belki de iş dünyasından birçok insanın da bu yüksek lisans programına, özellikle yöneticilerin başvuruyor olması. Bu noktada aslında sizin de bir yazınızda üniversite ve sanayi iş birliğinin, ülkemizin dijital dönüşümü için çok önemli olduğunu belirtip, bu iş birliğinin iki ana çerçevede olması gerektiğini yazmışsınız. Burada birinci çevre, ortadan kalkacak ve yeni çıkacak mesleklere uygun üniversitelerin program ve müfredat değişiklikleri, az önce bahsettiğiniz gibiyken… İkincisi ise iş dünyası ve üniversitenin birlikte proje yapması olarak değerlendirme yapmışsınız. Sizce Türkiye’de Endüstri 4.0 konusunda akademik ve sanayi arasında yeterli bir iş birliği bulunmakta mı? Firmaların dönüşümünde akademisyenlerin rolü nedir? Yani siz neler yapıyorsunuz ya da ne olmalıdır?

Alp Üstündağ: Ben bu arada 4-5 sene özel sektörde çalışıp, ondan sonra üniversite tarafına geçmiş biriyim. Dolayısıyla büyük kurum ve holdinglerde de çalıştım. Yani o dünyayı az çok biliyorum. Zaten ailemde de her zaman onun içinde olan bireyler vardı. Eşim keza üst düzey yöneticilikler yaptı vs. yani o dünyayı yakından tanıyordum. Benim üniversiteye girdikten sonra ilk gözlemlediğim sadece o döneme değil de girdiğim dönemlere değil tabii ben de bakıyorum, geri döndüğüm zaman 10-12 sene olmuş belki. Şöyle geriye baktığım zaman o kültürün Türkiye’de aslında çok oluşmamış olduğunu görüyordum. Yani üniversiteye bakış açısında belki tarafların da o anki tutumlarıyla etkili olmuştur ama biraz çekimserdi diyebilirim. Yani karşılıklı olarak genel bir çekimserlik havası vardı. Sonrasında özellikle son dönemde TÜBİTAK’ın o dönemki programları ve oradaki çalışmaları biraz da zorunluluktan diyelim. Üniversite ile özel sektörü bir araya getirme aktivasyonunu sağladı. Bu anlamda teknokentlerin de rolü çok büyük. AR-GE merkezleri olsun, teknokent çalışmaları olsun o anlamda bir araya getirme ve onları en azından bir iletişime sokma konusunda bir faydası oldu. En azından TÜBİTAK ve devlet destekli projelerde bu tarz danışmanlık ve üniversite öğretim üyelerinin yer aldığı çalışmaların özellikle özendirilmesi anlamında artı bir durum getirdi. Eski nesil bakış açısıyla aslında üniversite öğretim üyeleri daha fazla teorik ya da kendi iç dünyalarında yaşayan, gerçek hayattan biraz daha kopuk bir bakış açısıyla değerlendirilirken, bugünkü nesle bakınca, genç nesil için bahsediyorum. Belki biz de yaşlanıyoruz ama hani en azından yeni nesle baktığımız zaman daha hayatın içinde pratikleri uygulamayla yakından ilgili bir yapıyı görebiliyorsunuz. Bu bağlamda esasen bunun da özel sektör ve işte sanayiye olan faydası büyük. İleride de bu artarak ilerleyecek. Ama ben tabii buradaki kısmi etkinin sadece bilginin aktarımı ya da danışmanlık boyutu daha böyle yüzeysel veya sınırlı seviyede kalmasından taraftar değilim. O bağlamda da kendim zaten teknoparkta şirket kurdum, kendim bir ürün geliştirmeye çalışıyorum, ortak projeler geliştiriyorum. Benim teknokentte yürüttüğüm, TÜBİTAK tarafından desteklenmiş bizzat proje yürütücülüğünü, eş yürütücülüğünü gerçekleştirdiğim yine büyük çaplı teknopark içinde farklı firmalarla beraber ürün geliştiriyoruz. Bu bana tabii büyük haz veriyor; ortak ürün geliştirmek, birlikte bir projeyi hayata geçirmek ve bu yenilikçi teknolojilerin uygulama safhasında gerçek hayata dahil olduğunu görmek gerçekten sevindirici. O bağlamda şöyle bir artısı oluyor, ben onu görüyorum.

Tabii ki biz öğretim üyeleri, pazara ya da kanala ulaşma gibi yetkinliklere sahip değiliz ama en azından o firmaların da sahip olmadığı bilgi yetkinliğine ve” know-how”a sahibiz ve bu Know How’ı uygulamaya geçirebilme ve dönüştürebilme yetkinliğine de sahibiz. Ama onlarda da pratik veya pazara ulaşabilme gücü, temel olarak zaman içinde elde ettikleri diğer yetkinlikler ve Know-Howlar söz konusu ve taraflar bu ihtiyaçları bir araya getirdiğinde aslında ortak çok farklı projeler yapabileceğini düşünüyorum.

Yani en azından biz bunu gerçekleştiriyor ve yaşıyoruz. Dediğim gibi hem yurt dışına yönelik ürünler geliştirme konusunda olsun hem de yurt içine yönelik özellikle ulusal piyasadaki birtakım ihtiyaçları ya da ikame ürünleri ortaya koymak adına birçok farklı alanda çalışmalar gerçekleştiriyoruz. Ben de kendi inancım doğrultusunda ve ülke açısından bir fayda sağlaması açısından da baktığımda üniversite öğretim üyelerinin ya da araştırmacıların diyelim aslında çünkü öğretim üyesi biraz sadece öğretim kelimesini arz ediyor. Ama araştırmacıların bu bünyede daha aktif hareket etmesi ve bu anlamda şirketlerin daha açık olması, onlarla ortak proje geliştirme güdüsü içinde hareket etmeleri daha fazla fayda sağlayacaktır diye düşünüyorum. Yani dediğim gibi bunu sınırlı düzeyde tutmak, danışmanlık ya da bilgi aktarımı yani eğitim, danışmanlık… Bunlar çok klasik üniversite-sanayi bağlantılarını sağlayan ilişkiler ama ben şahsi olarak birlikte ürün geliştirme, beraber projeler hayata koyma, bunu ortak ekiplerle birlikte gerçekleştirmenin çok daha büyük fayda sağlayacağına inanıyorum Bence ülke açsından da en önemli getirisi o tarafta olacaktır diye düşünüyorum. Zaten dünyaya baktığınızda aslında bu tarz bir çalışma mantığının daha gelişmiş olduğunu görürsünüz. Birçok farklı şirketin, üniversite kaynaklarından ve üniversite içinden çıktığını, doğduğunu görebilirsiniz. O anlamda dediğim gibi burada genç, dinamik ve gerçekten bilgiye ulaşabilmek ve onu yorumlayabilmek kabiliyetine sahip çok ciddi araştırmacılar var ve bu araştırmacıları doğru şekilde yönlendirip, onlarla ortak bir noktada buluşturmayı, bulaşmayı başarabilirlerse diyelim o zaman sonuçları da hem ülkemiz açısından hem de şirketler açısından çok faydalı olacaktır diye düşünüyorum.

Ekin Tazegül: Belki bu noktada aslında sizin biraz da yaptıklarınıza değinebiliriz. Siz Endüstri 4.0 konusunda hangi çalışmaları yapıyorsunuz? Bildiğim kadarıyla teknoparkta bir şirketiniz var, hangi alanda çalışıyorsunuz? O şirket hangi alanda çalışıyor? Bunları öğrenebilir miyiz?

Alp Üstündağ: Aslında analitik modeller üzerinde ağırlıklı çalışıyoruz ama analitik modeller üzerinde geliştirdiğimiz ürünler var. Örneğin, son geliştirdiğimiz bir ürün için bahsedeyim. Komoditi piyasasına yönelik ve komoditi dediğimiz ve bu bazı satılan ürünlerden metal, bakır, çelik vs. gibi metal ürünlerin özellikle büyük şirketlerin satın alma ve finans departmanlarına yönelik olarak birtakım ön görüler, riskten korunma ve satın alma optimizasyonlarını sağlayacak otomatize karar destek sistemleri geliştirmeye çalışıyoruz. Bu bağlamda tabii yenilikçi yapay zekâ ve makine öğrenmesi gibi teknikler veya işte NLP ve text analitiği gibi farklı teknikleri bir arada tutarak dediğim kısa, orta ve uzun vadeli tahminleri gerçeklemek. Bu tahminler üzerinden riskten korunmak için gerekli stratejileri belirleyebilmek ve bunun yanı sıra satın almayı optimize edebilecek, maliyetleri aşağıya çekecek otomatize yapılar yani insan faktörünü minimum seviyeye indirip, karar verme aşamasını daha çok bilgisayar üzerinde gerçekleştirecek yapılara dönüştürecek ürünler geliştiriyoruz. TÜBİTAK tarafından da desteklendi bu çalışma.

Buradaki hedefimiz de aslında yurt dışı. Yurt dışında özellikle metal piyasasında faaliyet gösteren firmalara bunu sunabilmek ve bunda artı fayda sağlayabilmek. O anlamda çalıştığımız firmalarla, örneğin FOREKS ile birlikte bu projeyi aldık ve birlikte geliştiriyoruz.

FOREKS de Türkiye’deki finans anlamında veri sağlayıcılarından biri. Birlikte geliştirdiğimiz bu proje, onların bu konuda hem müşteri domainine sahip olmalarına ve gerekli müşteri kanallarına açık olmaları hem yurt içi hem de yurt dışında bu kanalları yürütüyor olmaları aslında bizim için bir avantaj. Şu an son dönemde en çok çalıştığımız konulardan bir tanesi o. Analitik anlamda iki baz var baktığınız zaman. Ya bir şeyleri tahmin edersiniz ya da optimize edersiniz. Çalışmalarımız daha çok bu tahminleme, ön görü ve optimizasyon üzerine kurulu ve bununla ilgili gerekli modeller ve bu modellerin büyük veri değişken havuzları içinde doğru bir şekilde çalışması, sürekliliğinin sağlanması ve kullanıcılara basit, anlaşılır ve gerçekten işlerine yarayacak şekilde sunulabilmesini sağlayacak ürünü geliştirmek bizim temel amacımız bu. Bazı domainler seçtik işte. Domainlerden bir tanesi bu. O anlamda bir çalışma gerçekleştiriyoruz. Bunun dışında fiyatlama konusu bizim için uzun dönemdir çalıştığımız bir konu. Farklı sektörler için, lojistik sektörü için, finans sektörü için fiyatlama ve pricing projelerini çok fazla yapıyoruz. Bu da dediğim gibi yine analitik modeller üzerinden, gelişmiş analitik modeller üzerinden kurguladığımız yapılar var. Ziraat Bankası ve Ziraat grubu ile beraber yürüttüğümüz özellikle portföy modellemesi ve optimizasyonu üzerine gerçekleştirdiğimiz bir çalışma var ve bu çalışma hem kendi müşterilerine hem de kendi iç kullanımlarına yönelik olarak doğru karar vermeyi sağlayacak belki çok farklı değişken havuzları içinde insan beyninin analiz etmesinin zor olduğu konuları çok basit ara yüzler üzerinden ve arka tarafta çalışan modeller yardımıyla işlenebilir ve onların işe yarar getirebilmesini sağlamaya çalışıyoruz. O alanda birkaç çalışmamız var. Bunun dışında bir de analitik anlamdaki çalışmalarımıza endüstriyel tarafta özellikle sanayi tarafı için düşündüğümüzde yaptığımız birtakım çalışmalarımız var. Bunlardan bir tanesi de özellikle şu anda Entek Enerji’de yürüttüğümüz daha önce Unilever üzerinde yaptığımız artırılmış gerçeklik ve endüstri analitiği üzerine yaptığımız bir çalışma. Bu da TÜBİTAK tarafından desteklenmiş ve ürünleşmiş bir çalışma aslında. İsmi de var. ARProdukt Aslında geliştirdiğimiz aslında demin bahsettiğim projelerin hepsi farklı ürün haline geliyor. Yani bizim en çok benim özellikle dikkat ettiğim bir çalışmaya girdiğimiz zaman yaptığımız çalışmanın nihayetinde bir ürün haline dönüşmesi ve bu ürünün üzerinde devam edip, onu geliştirebilme anlamında bir çalışma mantığımız var. Burada geliştirdiğimiz ürün aslında endüstri analitiği ama onun yanında farklı dijital teknolojileri de bir arada tutuyor. Bunlardan bir tanesi artırılmış gerçeklik. Hani dedim ya farklı disiplinlerden arkadaşlarla bir arada olmanın getirdiği fayda da diyebiliriz. Yani bu konularda ortak çalışabilme isteği ve motivasyonunu da artırıyor diyebilirim. Özellikle bilgisayar ve bilişim alanındaki arkadaşlarla beraber birlikte başlattığımız çalışmaydı bu.

Özellikle endüstri analitiği ve artırılmış gerçeklik uygulamalarını bir araya getiren insanların endüstride, sanayide, operasyonlarda; bu operasyonlar üretim operasyonları olabilir, bakım operasyonları olabilir veya uzaktan destek operasyonları olabilir, üretim operasyonları olur. Bu süreçte herhangi bir kodlama ya da teknik bilgiye sahip olmadan birçok farklı prosesin akışı, artırılmış gerçeklik teknolojisi ile birleştirip yine bu teknoloji ile birlikte arka tarafta endüstri analitiğini de beraberinde destekleyip hem görselleştirme hem kontrol hem de verimliliğin artırılması adına fayda sağlayacak bir ürün ortaya koymaya çalıştık.

Yani bu bağlamda çok basit özetleyeyim. AR-Produkt adlı ürünü herhangi bir kullanıcı, herhangi bir fabrika ve sanayide dediğim gibi herhangi bir AR teknolojisine sahip olmadan bir akışı o platform üzerinde kolayca AR teknolojisine implemente edebiliyor. Bu veriler, sensör verileri olabilir, makinelerden toplanan veya sistemden toplanan üretim verileri olabilir veya bu gözlük vasıtasıyla yani giyilebilir olabilir bu arada, mobil başka cihazlar da olabilir veya bunlar vasıtasıyla toplanan verilerin içeride anlamlı algoritmalar ile işlenip yine anlamlı sonuçlar haline getirilip, bunların raporlanması ama aynı zamanda sahadaki ekiplere de doğru zamanda iletilmesini sağlayacak bir yapıyı oluşturmaya çalıştık. Yani bu bir cross platform olarak nitelendiriliyor dünyada ve bu cross platform üzerinde herhangi bir mobil cihaz, bu telefon olabilir, tablet olabilir, giyilebilir gözlük olabilir, hazırladığınız prosesleri AR’le desteklenmiş animasyonlar, görseller veya işte veri grafikleri her türlü kurguya hazırlayabilirsiniz. Dijital içerikleri gerçek içeriklerle bir araya getirmek ve bunları o kurguyu hazırladıktan sonra herhangi bir proses veya çok sayıda proses için bunu sahada kullanılabilir hale getirebiliyorsunuz. Dediğim gibi bunu bir platform olarak sunmaya çalıştık ve bu platformu endüstri analitiği kavramı ile birleştirmeye çalıştık. Gerek sistemden toplanan verilerin arka tarafta anlamlandırılması, bunlar ne olabilir? Predictive maintenance dediğimiz tahminleyici bakım proseslerine dair sensörlerden toplanan verilerin arka tarafta birtakım ön sinyaller oluşturabilmesi, makina arıza durumlarıyla ilgili veya potansiyel aksaklıklarla ilgili önlem tahmin etme çalışması ve bu tarz içeride ana sistemleri hem toplanırken hem de aynı zamanda sahada da giyilebilir cihazlar veya bu tablet ya da mobil cihazlar yardımıyla bu bilginin aktarılabildiği bir yapı oluşturmaya çalıştık. O ürünle ilgili aslında genel bilgi almak isteyen arkadaşlar konusunda AR-Produkt diye yazdık. Biraz Almanca bir kelime kullandık ama arprodukt.com diye oradan bakabilirler. Finans tarafında ve komoditi tarafında olan ürünü gerçi daha tam ismi orada oluşturmadık ama finans tarafındaki ürün için de OptionDx diye isim belirledik. Bunların hepsi kendi bazında kendi içinde farklı ürün kurguları oluşturuyor. Dediğim gibi bunlar üzerinde çalışmaya devam ediyoruz. Farklı ekiplerle; bilgisayar mühendisliği, endüstri mühendisliği, kontrol otomasyon gibi farklı disiplinlerden arkadaşlarla yürüttüğümüz ama şirket bünyesinde sadece akademik değil aynı zamanda bilfiil tam zamanında bu işlerle çalışan arkadaşlarla birlikte yürüttüğümüz faaliyetler bunlar, ortak geliştirilmiş. Bunlar üzerine çalışmalarımıza devam ediyoruz.

Ekin Tazegül: Burada aslında analitik noktasına değinmek istiyorum hocam. Artık gelişmiş firmalarda tahminler yapan, kestirimci çözümlerin ötesine geçip, reçetesel analitik üzerine çalışmalar yapılmaya başlandı. Yani artık sadece gelecekte ne olacağını değil farklı durum senaryoları içinde olası sonuçların değerlendirildiği bir duruma gelmekteyiz. Burada şunu sormak istiyorum aslında sizin de yapmış olduğunuz işte artık SPSS, R gibi programların şirketlerin karar süreçlerinde ve planlamalarında yetersiz kalmakta olduğunu söyleyebilir miyiz? Yapay zekâ ve makina öğrenmesinin daha yaygın hale gelmesiyle birlikte hayatımızda nasıl değişiklikler olacak? Ya da siz programınızda bunları kullanıyor musunuz ve bunla ilgili farklı planlarınız var mı?

Alp Üstündağ: Bunlar araç aslında. Temelinde bakması gereken şey araçlardan ziyade yani bu araçları ne şekilde kullandığınızla bağlantılı. Burada anlaşılması gereken kısım, özellikle iş analitiği bağlamında söyleyeyim, iş analitiği çünkü ben mühendislik alanlarının dışında biraz daha sınırları geniş, o kestirimleri gerçekten çok büyük değişkenler havuzu içinde değerlendirilip, ona bağlı yapmak zorunda olan bir alan. Bu bağlamda baktığınızda elbette ki konvansiyonel ya da klasik araçlar çoğu zaman yetersiz kalıyor çünkü bu dünyayı yakından izleyenler bilir ki özellikle open source dediğimiz açık kaynak tarafında yürüyen ve ciddi anlamda birçok farklı araştırma grubu, kişi veya üniversite veya özel sektör, şirketlerin bir arada yürüttüğü çalışmalar var ve bu bilgi açık ve ortak kullanılabilir, üzerinde geliştirilebilir vaziyette. Biz de elbette bu bilgiler ve bu teknolojilerden yararlanmaya devam ediyoruz. Hatta o daha profesyonel, daha ticari anlamda kurulmuş ürünler ve bu altyapılarla bir şekilde ara yüzler oluşturmak zorunda kaldılar veya onların da geçmişlerini biraz incelerseniz zamanında daha kapalı sınırları kendi içinde tanımlamış bu ürünler veya şirketler, bütün bu açık kaynak sistemlerle bağlantılandırmak zorunda kaldı. Gelişim hızına yetişemiyorsunuz. Düşünün, bir şirket var, bu alanda bir ürün geliştiriyorsunuz. Elinde 20-30 mühendis hadi 100-150 mühendis olsun. Ama öbür tarafta bir alanın üzerinde çalışan çok farklı araştırma grupları, binlerce insan ve o anlamda işte algoritmalar, yöntemler ve teknikler geliştirmeye çalışıyor ve bunlar ortak bir bilgi oluşturuyorlar. Bunların geliştirilme hızları diğer şirketlerle karşılaştırıldığı zaman çok daha büyük. Tabii bu dengeyi, profesyonel şirketlerin iyi yakalaması lazım. Orada artık fayda, müşteriye ya da kullanıcılarına nerede sağlanacaksa, nasıl sağlanacaksa bu kesişimi iyi görmeleri lazım. Soruna dönersem, evet, klasik konvansiyonel uygulamalar ya da yazılımlar artık bu anlamda yetersiz kalabilir. Açık kaynaklar ya da yürüyen birçok açık kaynak tarafında yer alan birçok farklı teknoloji ve altyapılar bu anlamda şirketlerin kendi iç kullanımlarına ve fayda sağlayabilmelerine bir olanak sağlıyor. O anlamda tabii bunları bir yere getirmek ve bunları kullanabilmek gerçekten şirketlerin iç süreçlerine dahil edebilmek, bu yetkinliğe sahip olabilmek bu dönemde önem arz edecek gibi duruyor. Bu açıdan soruna bu şekilde cevap vermiş olabilirim. Ama şunu unutmamak lazım. Bunların hepsi teknolojik araç, elbette ki yöntemler ve teknikler çok önemli ama her domain yani her business domain, business olduğum için konuşuyorum.

Her domain, domainden kastığım finans, pazarlama, tedarik zinciri, üretim, satın alma veya insan kaynakları olabilir. Yani her birinin kendi içinde ayrı bir kendine ait sınırları, kendine ait domaini ve Know how  gereksinimi var. O bağlamda içerideki ihtiyacı karşılayabilecek, doğru modelleri kurabilecek, o modeller bağlamında bu analitik ve kestirimci modelleri doğru bir şekilde kurgulayıp, doğru tekniklerle bir araya getirebilmek, onları gerçekten işe yarar ve kullanılabilir hale getirebilmek önemli. O bağlamda uzmanlaşmalar da önem arz edecek diye düşünüyorum, belli bir noktadan sonra…

Çünkü evet, her şey çok hızlı bir şekilde gelişiyor, yayılıyor, teknikler, yöntemler vs. Ama dediğim gibi yine her uzmanlık alanı kendi içinde bir bütünlüğü de sağlıyor, o domainler ile domainlerin içinde diyelim aslında doğru çalışmaları yaparak, o ihtiyaçları, o domainlere uygun ihtiyaçları oluşturmak önem arz ediyor düşüncesindeyim. Ama dediğim gibi bunu yaparken, sınırları açık tutmak gerekiyor çünkü çok farklı bilgi ve disiplin alanlarından parça alıp, bunu bir araya getirmek zorunda kalacaksınız. O yüzden dediğim gibi bunları tek parça ve tek sistem üzerinden çözüm arayışına gitmek gerçekten kolay olmayacak gelecek dönemde. Şöyle düşünebiliriz. Bu anlamda ürün geliştirmek isteyen arkadaşlarla olabilir. Yani o anlamda genelleşmiş ürünlerden ziyade daha uzmanlaşmış ve çok odaklı birtakım ürün geliştirme motivasyonuna sahip olmak daha büyük önem arz edecek diye düşünüyorum. Yani biz de her ne kadar analitik projeler ve farklı konulardan bir şekilde ihtiyaç duyulduğu için dahil olmuş olsak da uzmanlaşma gerekliliği ve dikey anlamda o alanın ihtiyacını karşılayacak ürünleri geliştirmeye çalışmak önem arz edecek diye düşünüyorum.

Ekin Tazegül: Fortune dergisinde çıkan bir yazınız vardı hocam yakın zamanda. Orada ‘Dijitalin iş hayatındaki radikal yansımaları’ isimli yazınızda finans gibi veri yoğun sektörlerin değişimi çok hızlı veya erken yakaladığından bahsetmişsiniz ve bu değişimi yapay zekâ, optimizasyon teknolojileri, makina öğrenmesi, iş analitiği, büyük veri yönetimi gibi yeni teknolojilerce tetiklendiğini söylemişsiniz. Burada fabrika üretim testleri son yıllarda nasıl değişiyor diye size sormak isterim. Üretim sektörünün yönü sizce ne tarafa doğru gitmekte?

Alp Üstündağ: Esasen üretimin tabii sıkıntısı biraz bütün dünyada da öyledir ama Türkiye’de daha da fazla. Özellikle yüksek maliyetlerle ve marjları düşük şekilde çalışmak zorunda kaldıkları için tabii baktığınızda büyük şirketleri bir kenara koyuyorum hani dünyanın dört bir tarafında ürünleri üreten, geliştiren ya da ihracat yapan şirketleri kenara koyuyorum. O alanlara odaklanmaları biraz zaman alıyor ya da bu anlamda sıkıntı çekebiliyorlar. Ama bilincin olduğunu söyleyebilirim. Özellikle belli ölçüdeki şirketler için, şirketler zaten bunun farkında, isim vermeye gerek yok. O anlamda yoğun çalışmalar yürütüyorlar ama esasen baktığınızda artık gelişmiş teknolojiler yardımıyla işte bunlar sensörler vs. farklı teknolojilerden bahsedebiliriz, verileri bütünleşmesi ve birleşmesi üretim sektörü için de en az diğer sektörler kadar önem arz etti ve o bağlamda bu toplanan verileri işlenme gerekliliğiyle beraberinde ortaya çıktı.

O açıdan bu teknolojilere onlar da mecburen bir şekilde dahil olacaklar, yatırım yapacaklar ya da insan kaynağına yatırım yapacaklar ve kendi bünyelerinde bu etkinlikleri toplamaya çalışacaklar. O yüzden bu kaçınılmaz son. Bir şekilde hepsi geçecek.

O yazıda bahsettiğim konu hakkında biraz kafa yorduk hem de bazı tez öğrencilerim ile çalışmalar da yapmıştık. Özellikle sektörel anlamlardaki bu geçişin yanı sıra departmanlar arasında da fonksiyonel anlamda bir geçiş sırası var. Yani bundan kastım şu tedarik zinciri departmanları, pazarlama departmanları ya da finans veya insan kaynakları departmanları bu geçişe nasıl bakıyorlar… O bünyedeki algı ya da bu geçişin ne kadar hızlı tamamlanacağı ile alakalı kurgu nedir diye… Orada baktığınız zaman konulara en çok ilgi gösteren aslında tedarik zinciri, pazarlama, müşteri ilişkileri, CRM gibi departmanlar başı çekiyor. Onun hemen arkasından insan kaynakları ve diğer departmanlar devam ediyor. Real sektör tarafında finans biraz daha geriden takip ediyor. Ben o konuda her zaman biraz daha şeyim sayılarla daha fazla uğraşan bir tarafım. Her ne kadar her departmanın görevi sayılar üzerinden konuşmak olsa da o anlamda örneğin o tarafta fonksiyonel ilgi biraz daha az, real sektör için konuşuyorum. Ama eninde sonunda bu fonksiyonlar ister istemez hepsi bu sistemlere dahil olmak zorunda kalacaklar ve bu alandaki teknolojilerden yararlanmak zorunda kalacaklar. Çünkü otomasyon sadece robotlar veya mavi yakanın üzerinde gerçekleşmiş ya da gerçekleşecek bir gelişme değil. Yani sonuçta karar vericilerin dünyasına da dahil olacak ve birçok karar verme aksiyonun ya da işinin ya da sürecinin bu otomatik yapılar içinde gerçekleşmesini sağlayacaklar. Evet, geçtiğimiz dönemlere baktığınız zaman özellikle üretim sektörü için düşünüyoruz.

10-15 sene önce herkes ERP işte kurumsal kimlik kaynak planlama yazılımlarından vs. bahsediyordu. İşte sistemleri bütünleştirelim, entegre edelim, fonksiyonları ve verileri toplayalım… Bugün veriler toplandı, evet. Bu veriler üzerinden analiz yapma gerekliliği var ve bunun bir şekilde karar destek sistemleri olarak kullanılması lazım. Bugün bir öteye daha geçiyor. O zaman karar destek yani Decision Support olarak nitelendirdiğimiz kavramlar bugün automated decision systems yani otomatize karar sistemleri olarak karşımıza çıkıyor. Yani bir adım daha öteye gidiyoruz.

Artık destekten ziyade kararın araçlar yardımıyla birçok farklı değişkeni verdiği insan beyninin ya da insan doğasının karşılayamayacağı birçok faktörü değerlendirmek ve bu değerlendirme karşısında nihai sonuçları buradan üretebilmek ve bu sonuçları bir karar olarak şirket içinde ortaya koymak gelecekteki kaçınılmaz gelişmelerden biri olacak diye düşünüyorum. Yani biraz ütopik geliyor ama ben gelecekte birçok kararın stratejik ya da operasyonel olarak operasyonda nispeten daha çok yapılıyor ama ileride stratejide de bu çokça görülecek diye inanıyorum. Stratejik kararın bu otomatize yapılar içinde verilerek şirketler tarafından hayata geçirileceğini inanıyorum.

Ekin Tazegül: Peki hocam, sizce kısa vadede ne tür değişiklikler olacak?

Alp Üstündağ: Kısa vadede önce şeyi anlamaya çalışalım. Şimdi şöyle oluyor. Şimdi eğitim süreçlerinin içinde olduğum için oradan görüyorum… Hangi şirketler bu işte daha çok önde, ilgilenmeye başladı, kimler dahil oluyor… Yaklaşık 2-3-4 senedir bu iş sıcak ve yoğun bir şekilde yürüyor. Baktığımızda ilk sermayesi kuvvetli olan, dünyaya ürün satabilen, ihracat yapabilen, belli bir ölçeğin üzerindeki şirketler en başta bu işlere dahil oldular ve bütün bunlar bizdeki bilinçlenme, eğitim vs. faaliyetlerinin içinde yer aldılar. Projelerin gerçekleşmesine yine erken safhalarda yer aldı. Bugün bakıyorum, daha orta ölçekli daha geriden gelen şirketler de bu işin içine dahil olmaya çalışıyor. Yani bu biraz şey işi, bir dalga olarak devam ediyor ve bu dalga tabii imkânı olandan daha az olana doğru devam edecek.

Ama bunun zorunluluk olduğunu bildiği için şirketlerde en azından bu yapı bir şekilde sürecek. İlk etapta yaptıkları şey tabii bir insan kaynağını yetiştirmek, ilk yapacakları şey o olacaktır. İkincisi, eğer insan kaynağı yeterli değilse dışarıdan gerekli insan kaynağını edinmek.

Özellikle analitik ve diğer dijital teknolojiler tarafında söylüyorum. Bunları uygulamaya koyabilmeniz için sonuçta uzman bir ekibe ihtiyacınıza ihtiyacınız var. Bunun için ya kendi ekibinizi yetiştireceksiniz ya da dışarıdan ekibinize insan kaynağı katacaksınız. Ki şirketler bunu içselleştirmek zorunda. Düşünün, strateji kararlarını ve operasyon kararları otomatize etmekten bahsediyorsunuz. Tabii bu otomasyonun içinde kendi yapılarınızı oluşturmak zorundasınız ve bunun için kendinize ait organizasyon yapınız içinde özel fonksiyonlar ve departmanlar oluşturmanız lazım. Baktığınız zaman son 2-3 sene içinde birçok büyük firma kendi veri analitiği departmanlarını kurmaya başladı ve insan kaynağını bünyesine katmaya devam ediyor. Evet, bu doğru. Elbette ki bu insan kaynağını belirli bir seviyede içeride tutmak gerekiyor çünkü bu insan kaynağı üzerinden içeride bu sistemleri kurabilir hale getirecekler. Ama diğer taraftan tabii üçüncü parti daha yüksek seviyede uzmanlık getiren işlerde yine ortak çalışmanın disiplinler arası çalışmanın uygulanması da kaçınılmaz olarak görülüyor. Teknolojiler açısından baktığınız zaman da elbette ki o dönemi tetikleyen, dijitalleşmeyi tetikleyen birçok ufak teknoloji var. Bunların bir kısmı donanımlar, bir kısmı yazılımlar üzerine. Yani daha soft tarafta yer alıyor. Elbette ki yatırımın daha az gereksinime ihtiyaç olduğu, her şeyin açık kaynaklar üzerinden yürüdüğü taraf, yazılım ve analitik tarafı. İlk başta buradan başlayacaklar elbette. Yani veriyi işlemek, anlamlandırmak ve bunu karara dönüştürmek. Bunu şirket süreçlerinde anlamlı bir aksiyona dönüştürmek o bağlamda önem arz ediyor. Donanımla ilgili yatırımlar biraz daha geç safhada gelecektir. Büyük şirketler bunu her ne kadar önden yapmış ya da yapıyor olsa bunun ihtiyaçları da özellikle robotik tarafta diye söylüyorum veya diğer taraftaki bazı teknolojiler… Bunlar daha geriden gelerek ilerleyecek çünkü birtakım ön yatırım gereksinimlerini de beraberinde getiriyor. Ama ilk tarafta daha soft taraftan başlayıp, ardından daha hard tarafa geçecek diye düşünüyorum.

Dediğim gibi yani şirketlerin yapacakları en önemli şey, bir defa insan kaynağı. Yani insan kaynağını doğru bir şekilde yönetip, yönlendirmek zorundalar. İki, organizasyonel yapılarını yeniden gözden geçirmeleri ve bu bağlamda oluşturmaları bence şart ve beraberinde üçüncü parti ortaklar ile beraber çalışmak doğru kararlar olabilir.

Her ne kadar insan kaynağınızı kendi içinizde yapmanız gerekse de bu kadar bilginin ve uzmanlığın büyüdüğü, arttığı bir dünyada ortak çalışma kültürlerini de geliştirmek şart. Doğru partnerler ve ortaklarla birlikte hareket etme zorunluluğu kaçınılmaz diye düşünüyorum.

Ekin Tazegül: Peki hocam, Türkiye’deki firmalar bu değişimi yakalamaya sizce ne kadar yakın?

Alp Üstündağ: Yani bilinç var ama şimdi bu dönem… İyiye gidiyordu aslında, pandemi dönemi öncesine kadar bir istek, inanç ve gayret gerçekten yüksekti. Şu günlerde yaşadığımız özel koşullar itibarıyla biraz duraksama başladı ve o duraksama içinde geri çekildiler. Şu an en azından kendilerini bekleme safhasına aldılar diyebiliriz. Ama yine de bu dönem de geçici ve kısa vadede toparlanma etkileri gözüküyor. En azından o çalışma da aynı, tekrar kaldıkları yerden devam edecekler diye düşünüyorum. İlgi var, dediğim gibi orta ve büyük ölçekli şirketlerde yoğun bir şekilde görüyorum. Tabii küçük ölçekli şirketler açısından baktığınız zaman onların kendi imkanlarıyla tabii ulaşabildikleri ya da yöneticilerinin vizyonlarıyla bağlantılı olarak yapmak istedikleri çalışmalar olabilir. Ama en azından orta ve büyük ölçekli şirketlerde bunu çok bariz görüyorsunuz.

Yani bilinç var ama oradaki sıkıntı da özellikle büyük ölçekli şirketlerde, organizasyonel yapıların çok büyük ve daha hantal olması buradaki bilginin ve belki de organizasyon yapısı içinde alınan kararların hayata geçirilmesi konusunda biraz yavaş olmaları olarak gösterilebilir.

Ama bence genel olarak baktığım zaman, ilgi ve farkındalık var. O farkındalık ile beraber birtakım çalışmalar yapmak istiyorlar. Bunu ben en çok şeyden hissediyorum, dediğim gibi açtığımız sertifika programları olsun, yüksek lisans programları olsun, orada çok farklı ölçekteki şirketlerden insanlar geliyor ve onlarla iletişim halinde olabiliyoruz. Hatta şirketlerde yaptığımız projelerden de görüyorum bunu zaten. Sonuçta bu ilgi ve alaka var. Dediğim gibi bunun için kaynak ayırma mecburiyeti de var ve bu kaynak ayırma için tabii önceliklendirme konusunun da doğru zamanda hayata geçirilmeleri gerekiyor diye düşünüyorum.

Ekin Tazegül: Az önce ARprodukt isimli ürününüzden bahsettiniz. Aynı zamanda Emre hoca ile beraber yazdığınız kitap da artırılmış gerçekliğin Endüstri 4.0 çağında yeri diye bir bölüm bulunmaktaydı. Şimdi burada size şunu sormak istiyorum. Üretim sektöründe sanal gerçeklik ve artırılmış gerçeklik uygulamaları hakkında neler düşünüyorsunuz? Sizce neleri değiştiriyorlar?

Alp Üstündağ: Yani bizim çalıştığımız alan artırılmış gerçeklik. Sanal gerçeklikten de bahsedelim ama artırılmış gerçeklik tarafında şöyle bir artı var. Bu özellikle beyaz ya da mavi yakanın sahadaki iş süreçlerindeki hareketleri ya da aksiyonlarını kontrol altına alıp, biraz daha yardımcı olmak ve otomatize etmek için kullanılan bir teknoloji olarak nitelendirebilir. Şöyle düşünün, insanlar sonuç olarak prosesleri yönetiyorlar ve proseslerin içinde sahada bilfiil çalışmalarda bulunuluyor. Mavi yaka olabilir, beyaz yaka olabilir. Birtakım kararlar ya da inisiyatifler almak durumunda kalabiliyorlar. Bu bağlamda insan bedeninin, bir şekilde diğer iş süreçlerine odaklanırken, dijital anlamda birtakım bilgilerin eş zamanlı olarak giyilebilir cihazlar yardımıyla size destek olması ve birtakım kararların yine arka tarafta modeller yardımıyla alınıp, o modeller üzerinden işi bilfiil yapan o kişiye bildirmesi ve yönetmesini doğru bir şekilde yürütmesini sağlaması açısından çok önemli.

Artırılmış gerçeklik aslında bir ara geçiş teknolojisi diyebiliriz, tam otomasyonda önce.

Yani o kapalı, karanlık fabrikalar, insansız yapılara geçmeden önce manuel yürütülen birtakım faaliyetlere ama bunun tabii sadece operasyonel faaliyet olarak nitelendirmemek lazım. Bazen ortak ürün geliştirme vs. gibi daha kreatif tarafta da bu teknolojilerden yararlanabiliyorsunuz. Ama baktığınız zaman bu dijital taraf ile gerçek tarafı bir araya getirmeyi başarıp, o anlamda süreçleri doğru bir şekilde yönetmelerini sağlayacak teknolojiler olarak nitelendirilebilir. Neler sağlıyor dersen, artı fayda olarak baktığında, bir defa hatanın önüne geçiyorsun. Yani insandan kaynaklı hatanın önüne geçip, onu doğru bir şekilde prosesi üretmesini sağlayacak bir yapıya kavuşturabilirsin bu teknolojiler yardımıyla. Verimliliği artırabilirsin. Doğru zamanda doğru kararları almasını sağlayabilirsin. Şeffaf bir şekilde bilgilerin saha içinde kişinin işi yaparken, kullanabilir hale getirebilirsin. Bunu gözünün önüne düşürebilirsin. Yani giyilebilir cihazlar yardımıyla… O bağlamda artı faydaları çokça olacak diye düşünüyorum. Dediğim gibi ama kreatif taraf için veya daha ürün geliştirme vs. gibi taraflarda da bunlar önem arz edecek. Uzaktan destek prosesleri için özellikle çok fazla kullanılıyor. Çünkü düşünün, ürünler dünyanın dört bir tarafına dağılıyor ve bazen orada çok teknik ürünler için birçok uzmanın bir noktadan diğer noktaya seyahat etme zorunluluğu ortaya çıkıyordu eskiden. Bugün baktığınızda artık sadece gözlüğü, gözünüze geçirdiğiniz zaman doğrudan uzmanın da aynı şekilde oradaki ürünün başında süreci yaşıyor gibi kontrol etmesi gerekli yönlendirmeleri yapması ve destek yapması, bu teknolojiler yardımıyla mümkün oluyor. Hem gerçek zamanlı veri aktarımı, dijital anlamda görüntü, video vs. gibi bu anlamda artı avantajlar sağlıyor. Basit operasyonel prosesleri burada tabii basit demeyelim daha karar gerektiren operasyon süreçlerinden atıyorum bir cam fabrikasını düşünün. Orada onlar ürün hareket ediyor. Depolardan, sevkiyatı yapılıyor ve orada sayım prosesleri gerçekleştiriliyor. Bu sayım proseslerinin yine gözlükler yardımıyla otomatize bir şekilde yapılabilmesi, sayıların manuel bir şekilde gerçekleştirilmesi değil de sahadaki kişilerin karar vermesine destek olacak olan bu teknolojiler sayesinde çok daha doğru bir etkin şekilde yürütülmesi söz konusu olabilir. Saha tesisi yönetimi, üretim, bakım prosesleri… Bunların içinde en çok kullanılabilir alanlar olarak gözüküyor, endüstriyel taraf için konuşuyorum. Özellikle artırılmış gerçeklik… Sanal gerçeklik tarafında fiziksel ortamdan tamamen koparılmış bir yapıdan bahsediyorsunuz. Bunlar eğitim prosesleri için de artı fayda sağlıyor. Aynısı AR için de geçerli. Artırılmış gerçeklik tarafında da işi yapan kişilerin, önden hızlı bir şekilde eğitilmesi ve o teknik proseslerle ilgili ön bilgiye sahip olmasının sağlanması, bu araçlar sayesinde çok daha hızlı bir şekilde yürütülebiliyor. Sanal ortamlar, elbette ki simülasyon gibi bazı araçlarla beraber de kullanılarak, yani görselliğin daha kuvvetli olduğu ve birtakım kararların gerçek hayatı değiştirmeden, birtakım sanallaşmış ortamlarda hayata geçirilmesi ve bu hayata geçirilen kurgular içinde kararların alınabiliyor olması yine şirketler açısından artı fayda sağlayacak diye düşünüyorum. Bunlar hakikaten önemli teknolojiler. Sanal gerçeklik, artırılmış gerçeklik olsun, simülasyon, bununla beraber gelen işte dijital ikiz gibi gelen temel kavramlar firmalar açısından önemli faydalar sağlayacak diye düşünüyorum.

Ekin Tazegül: Son bir soru olarak da şunu sormak isterim. Diğer ülkeler ile karşılaştırdığınızda gerek akademik gerekse sanayi açısından Türkiye’yi nasıl görüyorsunuz acaba? Gelecekte nerede olacağımızı düşünüyorsunuz? Tahminleriniz nelerdir?

Alp Üstündağ: Yani Türkiye’nin elbette eksikleri var. En önemli eksikliği bir defa kaynak eksikliği. Sermaye açısından konuşalım.

Kaynağa ulaşabilme gücümüz, diğer gelişmiş ülkeler ile karşılaştırdığımızda zayıf.

Bu tabii biraz bizi geriden başlamaya itiyor diyebiliriz. Ama ilgi, alaka ve konu üzerinde uzmanlaşma ya da uzmanlaşma yetkinliğine sahip kişileri içeride barındırma anlamında ben içeride yeterli kaynağın olduğunu düşünüyorum. Yeter ki bunları doğru bir şekilde kaynaklarını etkin olarak doğru projelerde kullanabilelim ya da yönlendirebilelim. Bunun için tabii kıt kaynakları diyelim, doğru bir şekilde değerlendirmek için kurumlara büyük önem düşüyor. Devlet kurumları açısından da bu önemli.

TÜBİTAK veya diğer kurumlarda seçilen projeler, verilen kaynakların doğru bir şekilde ilgili projelere, firmalara veya uzmanlık alanlarına dağıtılması bu anlamda çok büyük önem arz ediyor.

Sonuçların takibi de çok büyük önem arz ediyor. Yani sadece projeyi desteklemek, kaynağı sağlamak bu anlamda yeterli değil. Aynı zamanda devamında da o projeye sahip çıkıp, nihayetinde son aşamasına kadar bunları yürütebilmek, takip edip, izleyebilir olması gerekiyor. Alanları da seçmek gerekiyor tabii. Her yerde olmak zorunda değilsiniz. Özellikle ülke bazında bahsederseniz, belirli alanlara odaklanıp, uzmanlaşıp, bu alanlarda kendinizi ülke olarak ön planda görmek isteyebilirsiniz. O zaman çalışma alanınızı da buna göre odaklamak, kaynaklarınızı da ona göre atamak zorunda kalırsınız diye düşünüyorum. Yani güzel olan taraf şu; bilgi, açık, ulaşılabilir, bu güzel bir şey. Eskiden böyle değildi. Eskiden sınırlı bir şekilde bilgiye ulaşabiliyordunuz. İstediğiniz bilgiye her an her yerde sahip olup, kullanamıyordunuz. Bugün bu biraz daha mümkün. O bir avantaj. İletişim, uzmanlarla ve farklı lokasyonlarda olan insanlarla bir arada iletişime geçip, çok hızlı bir şekilde prosesleri, projeleri yönetip, yürütebiliyorsunuz. Bunlar da bir avantaj. Dediğim gibi tek dezavantaj kısmı, kaynak kısmı olabilir. Yani doğru bir şekilde tutulacak parasal kaynaklar açısından söylüyorum. Yani finansal kaynakların en doğru ve etkin bir şekilde kullanılması gerekiyor diye düşünüyorum ülkemizde, doğru sonuçlar alabilmek için.

Ekin Tazegül: Hocam çok teşekkür ediyorum katıldığınız için. Bence çok hoş bir sohbet oldu.

Alp Üstündağ: Ben teşekkür ederim, umarım faydalı olur dinleyicilere de…

Write A Comment