Akıllı Fabrikalar üretim sektörü sohbetlerinin konuğu Siemens Business Services eski genel müdürü, Siemens Türkiye eski genel müdür yardımcısı ve icra kurulu üyesi ve ION Academy kurucusu Ali Rıza Ersoy… Ekin Tazegül sordu, Ali Rıza Ersoy Endüstri 4.0 ve Tarım 4.0 konusunda bilgi, deneyim ve görüşlerini anlattı.

Ekin Tazegül: Akıllı Fabrikalar olarak yapmakta olduğumuz; Endüstri 4.0, Sanayi 4.0, 4. Sanayi Devrimi, dijital dönüşüm, dijitalleşme…  Artık hangisini tercih ediyorsanız, bu konuda yapmış olduğumuz sohbetlerin bir yenisinde Siemens Business Services eski genel müdürü ve Siemens Türkiye eski genel müdür yardımcısı ve icra kurulu üyesi sayın Ali Rıza Ersoy ile beraberiz. Ali Rıza abi, hoş geldin. Nasılsın öncelikle?

Ali Rıza Ersoy: Ekin selam canım, sağ olasın. Sen nasılsın?

Ekin Tazegül: Ben de iyiyim. Abi, katılımın için öncelikle çok teşekkür ederim. Biliyorsun, ben Endüstri 4.0 ile ilgilenmeye senin seminerlerini izleyerek, başladım. O yüzden bugün senle Endüstri 4.0 ve Tarım 4.0 konuşacak olmak benim için büyük bir onur. Öncelikle, dilersen kısaca seni bir tanıyarak, başlayalım. Ardından da sorularıma geçeyim.

Ali Rıza Ersoy: Bu muhteşem fırsat için ben sana kocaman teşekkür ederim. Şu anda bizi izlemekte olan arkadaşlarıma da harcadıkları zaman için teşekkürler… Umarım karşılığını bulacaklardır. Aydın, Koçarlı doğumluyum. Köy çocuğuyum, bundan gurur duyuyorum. Arkasından Tarsus Amerikan, İstanbul Teknik Üniversitesi Elektronik, arkasından Viyana Teknik Üniversitesi, tekrar elektronik ve master. 5 yıl boyunca eş zamanlı olarak, üniversitede asistanlık, Viyana Teknik’ten sonra vatan hasreti İzmir. Siemens’e katılım, kariyer uğruna İstanbul. 3 yıl önce de ikinci bahara başlama ve Urla Barbaros Köyü ovası.

Ekin Tazegül: Çok iyi. O zaman ilk sorum ile başlıyorum. Endüstri 4.0 senin için nedir? Senden Endüstri 4.0’ı bir dinlemek isteriz.

Ali Rıza Ersoy: Tabii 4 deyince bunun 1’i, 2’si ve 3’ü olması lazım. Oradan başlamak gerekiyor mecburen. Yapacak bir şey yok. Lise çağlarına geri döneceğiz hep beraber. 1700’lü yılların sonunda ilk defa İngiltere’de su buharının devreye girmesiyle dokuma tezgahlarında aslında makineler çağı başlıyor, insanlık tarihinde ilk kez. Su baharı, insan kas gücünün yerini almaya başlıyor ve biz buna sonra, ‘Endüstri çağı başladı’ diyoruz. Bir müddet sonra da “Aa bu Birinci Endüstri Devrimi’ymiş” diyoruz. Aradan bir 80 yıl geçtikten sonra ABD’de Cincinnati’de bu sefer ilginçtir bir mezbahada ilk kez elektrik devreye giriyor. Elektrik devreye girince elektrik motoru çevriliyor. Motor, hattı çeviriyor. Böylece hat üretimi yani ‘Seri üretim’ kavramı ortaya çıkıyor ve 1. ve 2. Sanayi Devrimleri sayesinde insanoğlunun refahı geçmişte olmadığı kadar bir sıçrama gösteriyor. Daha yakın tarihlere, 1970’lere geldiğimizde, bu sefer elektronik devreye giriyor. Elektronik devreye girince otomasyon çağı başlıyor… İnsanlık tarihinde ilk kez… Otomasyon ile beraber aynı ve 1. ve 2.’de olduğu gibi fiyatlar düşüyor. Fiyatlar düşünce talep artıyor. Talep artınca binlerce yeni fabrika, milyonlarca yeni sanayi istihdamı oluyor filan derken, refah tekrar yukarı doğru bir tık daha sıçrıyor.

Buraya kadar her şey yolundayken, keyfimiz yerindeyken, ‘Niye 4 ile uğraşıyoruz?’ diye sorabilirsin. Bu bir tehditten kaynaklanıyor. İlk defa 2010’lu yılların başından başlayarak, başta Çin olmak üzere Doğu ülkelerinin sanayii üretim hacmi, Batı ülkelerinin hacmini aşınca yani Batı, insanlık tarihi ve endüstri çağında ilk kez Doğu’ya karşı savaşı kaybetmeye başlayınca, krallığını kaybetmeye başlayınca bir şeyler yapmak zorunda olduğunu hissediyor.

Konu imalat sanayii dersek, Almanya en önden koşan ülkelerden ve 2013 yılında, ‘Ben bir yol haritası hazırladım. 3.0’dan yani fully autotomize (tamamıyla otomize) bir dünyadan 4.0 adını verdiğim fully digitalize (tamamıyla dijital) bir dünyaya geçeceğim, önümüzdeki 20 yılda ve bu yol haritasının da adını Endüstri 4.0 koyacağım’ diyor. İşte orada ilk defa bundan 6-7 yıl kadar önce bir ülkenin imalat sanayisinin, dijitalleşmesinin yol haritasının adı ‘Endüstri 4.0’ olarak, dünyaya yavaş yavaş yayılmaya başlıyor. Burada 3 konuya ağırlık vereceğim diyor. Bunlardan birincisi ‘Time to market’… Yani, ‘Öylesine hızlanacağım ki dijitalleşme sayesinde, Doğu beni taklit etmeden yeni ürünlerimi ve hizmetlerimi dünya pazarlarına sunacağım’ diyor. İkincisi esnek üretim. Yani Doğu’nun yapamadığı… Doğu çünkü aynı üründen 1 milyon tane üretmek için kuruldu zamanında. Halbuki müşteri istekleri her geçen gün değişiyor. Kimse, kimsenin giydiği t-shirtü giymek istemiyor sonuçta. Dolayısıyla çok değişik müşteri beklentilerini, hattı durdurmadan üretebileceğin esnek hatlara konsantre olacağım diyor, dijitalleşme sayesinde. Üçüncü ve son olarak da daha, ‘Proaktif olacağım’ diyor. Yani Çin’den daha ucuza üreteceğim diyor. Ne yani, geçmişte niye yapmadık peki bunu… Niye koştura koştura, fabrikalarınızı Doğu’da kurdunuz. Madem bu mümkündü… Mümkün değildi. Zaten 4.0’ın da devreye girmesinin sebebi bu. Belki birazdan konuşacağımız on kadar teknoloji, bundan 5-6 yıl önce ya çok pahalıydı veya yoktu. Bu teknolojiler sayesinde yani dijitalleşme sayesinde insan kas gücünün büyük oranda devre dışı bırakılmasıyla imalat sanayisinin, Endüstri 4.0’a geçişi gerçekleşerek, şimdiden daha ucuza üretme yolu açılmış oldu, geçtiğimiz yıllarda. İki somut örnek… Adidas, Doğu’daki fabrikalarını kapattı, ülkesi Almanya’ya getirdi. Apple, iPad üretimini Doğu’da kapattı, kendi ülkesine getirdi. İçlerine baktığımızda insan kas gücünün neredeyse olmadığını görüyoruz. Böylece 4.0, sadece geleceğe yönelik bir söylem değil. Geçtiğimiz yıllarda hayata geçen bir realite olarak karşımıza çıkıyor.

Ekin Tazegül: Abi istersen, direkt olarak bu 8-10 teknolojiden bahsedelim. Endüstri 4.0 dediğimiz şeyin ortaya çıkmasında etkili olan teknolojiler nelerdi acaba?

Ali Rıza Ersoy: Yani dünya üzerinde konsensüse vardığı teknolojiler bunlar. Birincisi, Siber Fiziksel Sistemler diyoruz. Yani herhangi bir üretim hattını, fabrikanın bir bölümünü veya tamamını realize etmeden yani fiziksel dünyada tuğla ve betonla kurmadan tamamını simülasyon sistemleri yani siber dünyada baytlar ile inovasyonunu ortaya koy, orada dizaynını yap, orada optimizasyonunu yap, çalışacağına kanaat getirdikten sonra bütün fabrikayı dijital ortamda çalıştır.

Dijital ikiz, digital twin dediğimiz dünya bu. Orada çalıştır, çalışacağına kanaat getirdikten sonra fiziksel dünyaya yani tuğlalar dünyasına geçersin. Niye? Amaç, hız. Hani dedik ya biraz önce Doğu’ya karşı savaşta geçmiş olduğu kadar yüksek hızlara erişmek zorundayız. Dijital dünyada bir hata yaparsan, bir gecede silersin. Ertesi sabah tekrar başlayabilirsin. Ama fiziki dünyada bir hata yaptığın zaman hem çok pahalı hem de zaman alıcı. Bir diğer teknoloji, artık hepimizin ezberlediği IoT, yani Internet of Things (nesnelerin interneti) ya da Internet of Everything (her şeyin interneti). Yani sonuçta hep bağlı kalmak. Fabrikalardaki sensörler, biz insanlar, bütün işin prosesin akışı içinde olan her şeyin sürekli olarak, birbirine kablolu veya kablosuz bir şekilde bağlı kalmasına ‘Nesnelerin İnterneti’ diyoruz. Onun yanında entegrasyon. Vertical and horizontal entegrasyon. Yani 4.0, ‘Kardeşim üretimin olduğu shop floor ile yönetim kurulu başkanının monitörünün olduğu top floora kadar yukarıdan aşağıya ve aşağıdan yukarıya bütün bilgi ve veri akışının insan etkileşimi olmaksızın gerçekleşmesini emrediyor’ diyor. Yani diyorsun ki, ‘Benim ERP sistemim var, benim MES sistemim var, her şeyim var zaten’ deyince, ‘Hayır, hayır anlamadın’ diyor. İnsan etkileşimi olmadan bu sistemlerin birbirleri ile konuşuyor olmalarını bekliyorum, diyor. Tamam, şahane şirketlerimiz var, çağırıyorsun, yaptırtıyorsun, parayı bastırınca ülkemizde her şeyi yaptırmak mümkün. Diyor ki, ‘Senin ki hayır olmadı.’ Niye? Tamam hepsini birbirine bağladın ama real time değil. Yani gerçek zamanlı değil. Bazı verileri akşam koyarım, bazı verileri haftada bir koyarım, ‘Kabullenmiyorum’ diyor, gerçek zamanlı olacak diyor. Hadi, onu da yaptın diyelim. Çağırıyorsun tekrar, ben yaptım diyorsun. ‘Hahaha canım benim, sen sadece verticalda (dikeyde) yapmışsın diyor. Hani bunun horizantali (yatayı)’ diyor. Ne yani horizantal?

Ya CEO, sen tek başına bir şirket olarak, dijitalleşmenin kime ne faydası var diyor. Sen bütün bir zincirin yani reel zincirin, hammadde, yarı mamul, tedarikçin, senin yarattığın katma değer, distribütörün, müşterinle geçen zaman, recycling, geri dönüşüm süreçlerinin tamamının insan etkileşimi olmaksızın birbirleriyle dijital olarak haberleşiyor olmasını ve bunun gerçek zamanlı olmasını şart koşuyor.

Uzattık lafı, bunun tamamı entegrasyon. Bir diğeri bulut teknolojileri. Hani evvelden neydi, şirketler işte, ‘Benim server odam var. İçine yeni serverlar aldım. Klimasını taktım’ falan filan… Geç kardeşim, bunlar geçmişte mümkündü. Ama çağımızda yeni sanayi yazılımlarının tamamı neredeyse bulut için üretiliyor ve sen buluta bağlanarak ancak o yazılımlara erişebiliyorsun. PaaS tadında yani artık ürüne sahip olmuyorsun. Kullandığın kadarlık, bir ödeme yapıyorsun.

Yani şirketlerimiz, endişe edip, buluta henüz bağlanmadılarsa çok kötü hissedecekler kendilerini birkaç sene içinde. Çünkü uluslararası rekabette çok ciddi bir şekilde geride kalacaklar veya büyük veri ve onun analizi yani şimdi fabrikalarda yeni koyduğumuz binlerce sensor ve o ortamda çalışan yüzlerce beyaz yakalı, mavi yakalı sürekli iletişim içinde olacaklarına göre onların ürettikleri her saniye bilmem ne kadar büyüklükte ürettikleri veriyi sen fabrikanın kurduğu serverlarda saklayabilir misin? Unut.

Vazgeçtik fabrikaları, bizim kendi verilerimizi bile cep telefonları almıyor, buluta gönderiyoruz fazlalıkların tamamını. Bir de fabrikayı düşün. Dolayısıyla buluta mutlaka bağlı olup, büyük veriyi oluşturacak altyapıyı kurmamız gerekiyor. Yetmiyor, veriyi topladık. 1.0, 1.0… Turşu mu kuracağız! Onu bilgiyi çevirecek, anlamlı bilgiye çevirecek karar mekanizmalarını, destek bilgisine çevirecek algoritmalara ve yazılımlara ihtiyacımız var. Yani analytics dünyasına ihtiyacımız var gibi artırılmış gerçekçilik, var daha da sonuncusunu söyleyeyim. Artırılmış gerçekçilik yani evvelden fabrikada bir cihazımız arızalanıyordu. Telefonlara sarılırdık, Almanya’ya… Nerede bunun uzmanı, Hindistan’da… Adamı bul, mühendisi bul, uçak biletini al, atlasın, gelsin, gelince parça bozulmuş olsun, yedek parça siparişi ver, bir hafta 10 gün, 2-3 haftalık proseslerden bahsederdik.

Şimdi tableti alıyorsun, program yüklenmiş. Arızalı cihazı gösteriyorsun, üzerindeki dijital göstergeden, hemen anlıyor hangi cihaz olduğunu, anında Hindistan’a bağlanıyor, ilgili uzmanına. Uzman, anında makinaya arka plandan bağlanıyor veya yazılım hatasını tak tak tak diye 5 dakikada çözüyor. Donanım hatasıysa anında siparişi geçiyor fabrikaya. İki gün sonra bizim ‘Getir’ vari yöntemlerle yedek parçan geliyor, tak diye takıyorsun, çalıştırıyorsun.

Bir, bilemedin iki gün içinde filan. Yani artırılmış gerçekçiliğin sanayide kullanılması gibi. Bu ve benzeri teknolojiler, bizlere otomasyon dünyasından yani 3.0 dünyasından 4.0 yani dijitalleşme dünyasında doğru taşıyorlar.

Ekin Tazegül: Abi şimdi çok güzel Endüstri 4.0’ı tamamladık. Endüstri 4.0 teknolojilerinden bahsettik. Hemen ben senin 3-4 yıl önce bahsettiğin bir konuya döneceğim. O zamanlar herhalde Teknoloji ve Sanayii Bakanlığı, Türkiye’nin Endüstri 4.0 yol haritasını daha yeni açıklamıştı, yayınlamıştı vs. Sen o zamanlar çok net bir şekilde şunu söylüyordun: “Türkiye, 1., 2. ve 3. Sanayi Devrimleri’ni kaçırdı. Fakat 4.’yü yakalayacak.” Sana şunu sormak istiyorum. Gerçekten 4.0’ı yakaladık mı, yakalıyor muyuz yoksa yakalayacak mıyız?

Ali Rıza Ersoy: Şimdi 2016’nın başında başladığımızı varsayalım Türkiye olarak yani gerçekten de 2015’in sonunda filan… Biz Türkiye Siemens olarak 2014’te ilk uyarımızı yapmıştık. Aynı senin söylediğin gibi yani, ‘Ey ülkem! 1. Sanayi Devrimi’ni birkaç yüzyıl, 2. Sanayi Devrimi’ni 100-150 yıl, 3. Sanayi Devrimi’ni 40-50 yıl ıskaladık. Hadi gelin, ne olur yalvarırız şu 4. Sanayi Devrimi’ni ıskalamayalım’ diye haykırmıştık. Oradan geçen 1-1.5 senede de önce kendimiz öğrenmiştik. Ama dünya da öğreniyordu, geç kalmışlık kesinlikle söz konusu değil ve 2015 yılının sonlarında Sanayi Bakanlığı’nın liderliğinde ülkemizde biz cayır cayır 4.0 çalışmaya başladık. Yani öğrenme kısmı bitti, artık uygulamaya başladık, 2016’da. Almanya 2013, Türkiye 2016… 3 sene var sadece yani sadece sen 3 sene değil ki bütün dünya 3 sene. Dolayısıyla başlangıçta kaybedilmiş en ufak bir zaman söz konusu değil. 2016-2017-2018… İşte TÜSİAD ile zamanında biz Endüstri 4.0 çalışma grubunu kurduk. Sağ olsun Sanayi Bakanlığı, önerimizi kabul etti. TÜSİAD,MÜSİAD, TOBB, TTGV (Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı), Türkiye İhracatçılar Meclisi, YASED (Yabancı Sanayiciler Derneği) ile platformu kurduk, köpekler gibi çalıştık ve 2018’de yani planlanandan sadece 1 yıl gecikme ile Türkiye’nin dijital imalat sanayinin yol haritasını yayınlamıştık bile. Neredeyse dünya ile eş zamanlı ve uzatmayalım, ülkemizin üçüncü karanlık fabrikası yani imalat sanayide dijitalleşmenin nirvanası, en olgunluk seviyesi karanlık fabrikalardır. Yani öyle ortamlar yaratırsın ki robotlar ve algoritmalar iş yaparlar, insanlar ortalıkta görünmez, kas gücü neredeyse sıfırlanmıştır. Gaziantep’te 2018’in ortasında açıldı üçüncü fabrika ve sahibi kadındı.

Yani görüyorsun, birer yılları filan konuşuyoruz. Geçmişte olduğu gibi 150 yılları filan değil. Dolayısıyla bu ivme maalesef 2018’in döviz krizinde duraksamaya başladı, şirketlerimiz can derdine düştü. Arkasından pandemi geldi, iyice bir hızımız yavaşlar gibi oldu. Ama hiç önemli değil. Pandemide sadece Türkiye’nin hızı yavaşlamadı. Bütün Türkiye’nin, bütün dünyanın hızı yavaşladı. Dolayısıyla dünya ile kıyaslarsak, bir kayıp söz konusu değil. Olsa olsa belki 1-2 sene dünyaya göre kaybediyor olabiliriz belki. Ama hepsi bu ve bu bayramdan sonra pandeminin yoğun olarak konuşulacağını zannetmiyorum. Ben kişisel olarak zaten herhangi bir farklı yıl geçirdiğimize inanmıyorum. Koronaya moronaya zerre kadar dönüp, bakmıyorum. Ama koronanın müthiş faydalarını da hep beraber gözlemliyoruz. Teyzem Zoom yapmaya başladık. Normal şartlar altında ben teyzemi kessem Zoom yapmazdım.

Dolayısıyla pandemiden sonra yani bu endişeli dönem, gereksiz endişeli dönem ortadan kalktıktan sonra şirketlerin yönetim kurullarının ilk gündem maddesi dijitalleşme olacak. Yani eski iş yapış biçimlerimizin, eski organizasyon yapılarımızın, nerelerde çalıştığımızın, nasıl çalıştığımızın hiçbir önemi olmadığına pandemi sağ olsun bize çok hızlı ve neredeyse sıfır maliyet ile öğretti ve yaz aylarından başlayarak, dijitalleşme başlığı altında sadece imalat sanayi değil lojistikte, eğitimde, sanatta, sağlıkta aklına gelen her sektörde müthiş bir dijitalleşme hareketliliği yaşanacağını ön görebiliriz. Kaybettiğimiz 1-2 yılı da çok hızlı bir şekilde geri kazanacağımızdan en ufak şüphem yok.

Ekin Tazegül: Abi, şimdi dedin ki karanlık fabrikalar Endüstri 4.0 ile ilgili gelebileceğimiz ya da geldiğimiz en son nokta. Bundan önceki Endüstri 4.0 tanımlamalarında da şuna çok dikkat çektin aslında… Vertical ve horizontal olarak, firmaların aslında birlikte çalıştığı firmaları da dijital olarak dönüştürmek gerekir. Şimdi gazeteleri ya da internetteki haberlere vs. baktığımızda hemen her gün şöyle bir şey görüyoruz. İşte Endüstri 4.0’a uygun model fabrika kuruluyor ya karanlık fabrika kuruldu. Peki gerçekten bu fabrikalar, karanlık fabrika dahi olsa Endüstri 4.0’ın her şeyini yerine getiriyor mu? Yoksa hala eksikleri var mı?

Ali Rıza Ersoy: Tabii ki hayır. Ekin, sonuçta ülke olarak, yolun başındayız. Yani düşünsene 4-5 seneyi konuşuyoruz. Bunun 1-1.5 yılını kaybettik. Real olarak çalıştığımız sürece 3-4 sene filan çalışıyoruz. Bunlar çok kısa zamanlar ve dünyadaki şu anki cutting edge teknolojiyi konuşuyoruz. Yani en uçtaki teknolojilerin uygulamalarından bahsediyoruz. Yani geçmişin teknolojilerini uygulamaktan bahsetmiyoruz. Artırılmış gerçeklik… Toplumun kaçta kaçı biliyor artırılmış gerçekliğin ne olduğunu biliyor? Öyle düşün, değil mi?

Yani tabii ki hayır. Tabii ki nirvana yani bir fabrikanın bir bölümünü, bir departmanını karanlık yapmış olmak büyük bir aşama. Ama bütün bir ekosistemi hala karanlık yaptığın anlamına gelmiyor bu. Fakat buralardan yola çıkılarak, ümitsizliğe ve umutsuzluğa değil tam tersine 4. Sanayi Devrimi’ni ülkemiz olarak, ıskalamayacağımızın muhteşem örnekleri olarak, ortaya koymak lazım.

Bak şimdi seni kısacık bir seyahate çıkarayım abi. Arkana yaslan. Millet evinde izliyor zaten. Daha da gevşe yani. Türkiye haritasını gözünün önüne getir. Komşularımızı saymaya başlayalım şimdi yukarıdan… Rusya, Azerbaycan, İran, in aşağıya, Suriye, Irak, Güney Kıbrıs, Yunanistan, Bulgaristan, Macaristan… Tamam mı?

Bunların hiçbirisinde bizde olduğu gibi köklü üniversiteler yok. Bunların hiçbirisinde bizde bu köklü üniversitelerin yetiştirdiği mühendisler, işletmeciler, finansçılar yok. Bunların hiçbirisinde Batı ile gümrük birliği gibi mekanizmalarla tamamen entegre olmuş bir ekonomi yok. Bunların hiçbirisinde 80-90 yıldır kapitalizmin kılcal damarlarını içselleştirmiş iş kadınları, iş erkekleri, camiaları yok. Bunların hiçbirinde Afrika’nın balta girmemiş ormanlarında iş peşinde koşan, girişimcilik ruhu yok. Dostum yok. Uzun uzun düşünme. Rusya’sından, Afrika’sına kadar yok. Çemberi biraz daha büyütelim. Gel, Orta Asya’ya gidelim. Kırgızistan, Türkmenistan, hepsini sayma şimdi, in aşağıya, Suudi Arabistan, çık yukarıya, Mısır, Tunus, Fas, Cezayir, çık yukarı, Belarus, Beyaz Rusya, yok. Zamanında bir türlü geçemediğimiz Viyana kapılarından yine zamanında bir türlü geçemediğimiz Çin Seddi’ne kadar olan coğrafyada Rusya’sı ve Afrika’sı tamamen dahil olmak üzere, Endüstri 4.0’ı uygulamaya en yatkın, Endüstri 4.0’ı yani kentlerimizde Endüstri 4.0, kırsalımızda Tarım 4.0’ı, herkesten önce uygulamaya başlayıp, en hızlı yol alacak toplum, bizim toplumumuz.

Bunun aksini iddia etmek imkansız. Somut örnekler… Bitcoin’de nüfusa oranla Bitcoin yatırımcısı, kripto para yatırımcısında kaçıncıyız? Daha yeni açıklandı.

Ekin Tazegül: Birinciyiz galiba şu anda.

Ali Rıza Ersoy: Dünyada 4., Avrupa’da 1. Facebook’ta, nüfusa göre Facebook kullanımında kaçıncıyız dünyada? İlk 10’da. TikTok’ta ilk 5 mi ne… Ne faydası var, bilmiyorum. Ama ne kadar dijitalleşmeye yatkın bir toplum, -genç nüfusun da ciddi katkısı var tabii ama- bu potansiyel biraz önce genişletilmiş Avrasya coğrafyasında, başka hiçbir toplumda yok, gevşe.

Ekin Tazegül: Valla abi, içimi umutla doldurdun. Ne diyeyim yani… İster istemez biraz kötümser baktığımız, belki ülkemiz, belki teknolojimiz, belki başka şeylere karşı… Valla umutla dolduruyorsun, en azından geleceğe karşı insanı bir heveslendiriyorsun, bir şey yapmak noktasında. Bu noktada hemen senin yaptıklarına girmeye başlamak istiyorum. Burada da Tarım 4.0 konuşalım, senin için de uygunsa. Tabii burada şimdi öncelikle Tarım 4.0 nedir diye soracağım ama burada tarım nedir, tarımın 4.0’a gelene kadarki yolculuğu neydi ve şimdi tarım 4.0 ile beraber ne değişti ve değişecek? Bunları kısaca cevaplamanı isteyeceğim.

Ali Rıza Ersoy: Ama gel istersen önce sıkıcı kitaplar dünyasından çıkıp da seni şöyle Urla’nın Barbaros Köyü’ne doğru, yavaş yavaş, daha güzel duygular, doğanın, yeşilin, göbeğine doğru götürmeye çalışayım. Tarımın tarihi ile başlayalım. Hepimiz aynı noktaya gelelim, önümüzdeki 15 dakikanın sonunda.

Tarım, hepimiz tarafından tam doğru bilinmiyor.  Toprak üstü, toprak altı, su üstü yani göletler, göller, nehirler, denizler, okyanuslar… Su altı, yosunlara, alglere kadar. Tüm hayvancılık ve tüm bitkisel faaliyetlere tarım diyor dünya.

Yani şu anki bilişsel kabiliyetlerimizi kazanmaya başlamamız veyahut kazanmış gibi olmamız, 70.000 yıl bundan önce. Ama arkadaki ovadaki gibi hayvanların peşinden koşup, mağaralarda yaşayıp, hayvanların peşinden koşup, buğdayın peşinden koşup, gıdayı bulduğumuz yerde tüketip, yaşantımızı sürdürmek yani göçebe halimizden yerleşik hale geçmemiz yani kültürü, cultivationu öğrenmemiz, 12.000 yıl filan. Göbeklitepe… Ondan önce 10’du. Şimdi 12.000 yılı filan konuşuyoruz, bu topraklar. 12.000 yıl önce barakamızı sazdan kuruyoruz, keçimizi, meyvemizi, kendi bahçemizde yetiştirme noktasına varıyoruz. Yani yerleşik düzene geçiyor human being. Buna sonradan 1. Tarım Devrimi diyoruz. Yani peşinde koşmak yerine yanında yetiştirmek. Aradan çok uzun bir zaman geçiyor. Çok uzun dediysem, toplama bakarsak yine milisaniyeler seviyesindeyiz hala. M.S 400’lere geliyoruz. M.S 400’lerde 4 bölgede; Çin, Hindistan, Mezopotamya Nil beraber ve Anadolu’da yollar yapılmaya ticari yollar yapılmaya başlanıyor. Hatırla; Baharat Yolları, İpek Yolları, şunlar, bunlar… Yani Tarım’ın, commercialization yani artık bir ticari meta haline gelip, kervanlar ile bir yerden bir yere gitme işlemi başladığı zamanlara da 2. Tarım Devrimi deniyor sonradan. 3. Tarım Devrimi ise yine 3. Endüstri Devrimi ile eş zamanlı, mekanizasyon çağı. Traktörler gelmeye başlıyor, hemen arkasından insan eli ile üretilmiş, sentetik gübre, ilaç dedikleri zehirler yani verim artırıcı faaliyetler başlıyor. Buna da 3. Tarım Devrimi deniyor.

4. Tarım devrimi de yine endüstri ile eş zamanlı, geçiverdiğimiz 10 yılda inanılmaz taze, tarımın dijitalleşmesi. Yani imalat sanayinde kullandığımız, teknolojilerin biraz önce yarısını saydığımız teknolojilerin tamamını tarımda da kullanabiliyoruz. İkisi arasındaki ilişkiyi şöyle tanımlayabiliriz. Topraktan, traktöre kadar olan kısım Tarım 4.0. Traktörden, çatala kadar olan kısım Gıda 4.0, yani Endüstri 4.0 gibi anlatabiliriz deyip, susuyorum şimdi.

Ekin Tazegül: Tamamdır abi. Ben de hemen senin bıraktığın yerden, senin yaptığın işlerle devam edeyim. Burada da şunu sorayım. Abi Urla’da bir çiftlik kurdun. Orada da yine geleneksel tarım yapmadın. Eskiden; anadan, babadan, dededen öğrenilen tarımı yapmak yerine, sen farklı bir tarım türü yaptın, orada hatta çok karşı çıktılar, bilmiyorum da… ‘Öyle yapılmaz, böyle olmaz bu’ dediler. Ama sen yaptın, bildiğim kadarıyla da başarılı da oldun. Şimdi buradan öncelikle permakültür ne diye soracağım. Ardından da sen Urla’da neler yaptın, neler yapıyorsunuz, biraz bundan bahsetmeni isteyeceğim.

Ali Rıza Ersoy: Şimdi biraz kenara çekiliyorum. Arkada gördüğün o küçük yer var ya bahsedeceklerim orası şimdi. Ortasında bir yeşillik görüyorsun, orası bağımız. Şimdi bağımızı işte 60 yaşına gelen morukları bu şirketten kovmamız lazım diye ciddi mücadele vermiştim şirketimde. Başarılı da olmuştum. Orada küçük bir hata yapmışız, 55 olması lazımmış. Neyse konumuz o değil, geçelim. Dolayısıyla ne zaman kovulacağım belliydi benim de. Hani mühendisiz filan ya işte çok önceden plan yapıyoruz filan. Nasıl bir tarım? Köy çocuğuyuz ya toprağa geri döneceğimiz kesin. Hep onun hayaliyle yaşamışız. Peki, nasıl bir tarım diye araştırırken, permakültür kavramı ile karşılaştım bundan 10 yıl önce aşağı yukarı. Nedir?

Permanent agriculture diye 50-60 yıllık çok yeni bir akım bu. Avustralya’dan başlayıp, dünyaya tsunami gibi sarmış, bugün bize modern tarım diye kakalanmaya çalışılan, yutturulmaya çalışılan ve hepimizi her gün kanser yapan yaklaşımların tamamına karşı çıkan bir yaklaşımdır. En basit anlatımı ile ormana bak, orman ne yapıyorsa yap, ormanın yapmadığını yapma diyen bir yaklaşım bu… Yani gezegenimize, doğaya, canlılara, hayvanlara, bitkilere inanılmaz saygılı bir yaklaşımdan bahsediyoruz.

Bağdan örnek verelim. Biz dedik, ne yapalım… İşte İstanbullu nereye gider? Urla’ya gider. Urla’da nereye gider? İşte bir ovaya gider. Ne yapar? Üzüm yetiştirir, klasik klişe. Ondan sonra peki permakültürü de öğrenmiş olduk, hemen aşık olduk, dersler, kitaplar, şunlar, bunlar…

Dediler ki arkadaşlarımız, bağcılık yapan arkadaşlarımız, ‘İlk önce toprağı 80-90 cm patlatman lazım pulluklarla’ dediler. Yapmadık, dokunmadık bile. Dediler ki, ‘Fidanları 1.5 metre, 1.5 metre mesafe ile yapman lazım’ dediler. Yapmadık. ‘Gübrelemen lazım’ dediler, gübrelemedik. ‘İlaçlaman lazım’ dediler, ilaçlamadık. ‘Otla mücadele etmen lazım’ dediler, yapmadık. ‘Çapalaman lazım’ dediler, yapmadık. Yani ne dedilerse ya yapmadık ya da tersini yaptık. Üçüncü senenin sonunda iki misli başarılıydık.

Demek ki her şey yalanmış. Şimdi bu ovada artık yaşayarak, herkes karşı çıkmış olmasına rağmen yaşayarak bu gelişimi gören yeni çiftçilerin, farklı bir metodoloji kullanması, pratik olarak imkansız. Gördüler, yaşadılar, inanmadılar ve sonunda inanmak zorunda kaldılar. Ancak bunu bitirdikten sonra rahat duramazdık. ‘What is next’ sorusunu doğal olarak, sürekli olarak, sormamız gerektiği için bundan 3-4 yıl kadar önce de Tarım 4.0 ile karşılaştık. Dünya yeni karşılaştı. Çünkü smart farming veyahut precision agriculture gibi isimlerle 2010’lu yıllarda başlayan tarımın dijitalleşmesi; Hollanda, İsrail, Kanada, Avustralya gibi öncü ülkelerde başlayan dijitalleşme hareketleri geçtiğimiz 3-4 yıl içinde Agro 4.0 başlığı altında birleşti yani Tarım 4.0. Ne olduğunu biraz önce konuşmuştuk. Dolayısıyla, ‘Acaba biz ne yapabiliriz?’ derken de yerel şirketlerimizden bir tanesi birkaç yıl öncesine kadar start-uptı ama yine 45-50 kişiyi bulmuşlar. Arkadaş olduk, tanıştık ve onların yeni geliştirdikleri fidan adlı cihazın 2. versiyonunu yeni satın aldım. Ay sonu itibarıyla çiftliğimize geliyor. 1.5 metrelik boru gibi düşün, toprak altında sensörler ve toprak üstünde sensörler, toprak altında nemini, ısısını, bazı elementleri, toprak üstünde rüzgarın güneşin yönünün şiddetini, daha bir yığın parametreyi anlık olarak ölçtüğünü ve topladığı dijital veriyi, buluta gönderdiğini, buluttaki yazılımlar tarafından işlenip, benim cep telefonuma 2 saatte bir karar destek mekanizması olarak, geri döneceğini şimdilik ama önümüzdeki 1-2 sene içinde bütün kararların yani ilaçlama yapmıyoruz ama yapmak isteyenlere, doğal ilaçlama yapmak isteyenlere veya doğal gübreleme yapmak isteyenlere veya sulama yapmak isteyenlere, hasatın doğru zamanını belirlemek isteyenlere eğer zararlar diyoruz ama oranın doğal hayvanları onlar aslında o hayvanlar ile mücadele etmek isteyenlere yani halen konvansiyonel takılmak isteyenlere çok ciddi faydalar sağlayıp ama zaman içinde bütün bunların gereksiz olduğunu, doğanın ne yaptığını, kendisinin herkesten daha iyi bildiğini bize dijital veri sayesinde gösterecek olan dijital çözümlerden bahsediyoruz.

Dolayısıyla ülkemizde galiba hem permakültür uygulamalarının hem de Tarım 4.0 uygulamalarının uygulandığı ilk bağı ay sonu itibarıyla gerçekleştirmenin hazzını yaşıyor olacağız. Yetmedi. Bakın, ‘What is next’ diye tekrar sorduğumuzda, ‘Acaba Türkiye’nin ilk eksi karbon çiftliğini yapabilir miyiz?’ diye hevesleniyoruz. Bunların hiçbirisi ticari değil. Bunların hepsi hayallerin gerçekleşmesi ve rol model olmaya heveslenmek aslında. Çarpan etkisi yaratmak için. İdealler peşinde koşmak, başka bir şey değil.

Peki nedir eksi karbon? Carbon neutralı hepimiz biliyoruz artık. Yani öyle bir düzen kur ki; evinde, şirketinde, çiftliğinde, atmosfere sera gazı yayma artık. Abi, yeter artık, yapma artık, tamam mı? Ona girmeyelim, onu herkes biliyor zaten. Ama eksi karbon yeni. Yani karbon nötr, karbon negatif. Karbon negatif diyor ki, ‘Kardeşim; karbon, nötr hale gelmeni saygıyla karşılıyorum, muhteşemsin, örneksin ama yetmez’ diyor. Ee ne yapacağım peki? Geçmiş pisliğini de temizleyeceksin.

Haydaa! Peki, ben nasıl yapacağım bu işi? Bir yığın teknoloji var. Artık ben ne kullanacağım? Güneşin fotovoltaik enerjisi, ışık enerjisi, güneşin ısı enerjisi, rüzgar enerjisi, biyogaz yani atıkların elektrik enerjisine çevrilmesi ve topraktan heat pump yani toprağın 2 metre altındaki ısının, yaşadığımız mekanlara getirilmesi gibi 5 teknolojiyi kullanarak, elde edeceğim yenilenebilir elektrik enerjisini, şebekeye yani gezegenimize bastığımda takdirde bunun matematik backgroundu tabii ki var. Mühendisiz, matematik olmadan hiçbir şey olmaz. Yaptığımız kaba hesaplara göre, 15 yıl içinde ben geçmişte 60 yıl boyunca yaptığım pisliği, gereksiz uçağa bindik, gereksiz lüks araba kullandık, gereksiz lüks evlerde yaşadık gibi haddimizi aşarak, gezegene yaptığımız kötülükleri önümüzdeki 15 yılda temizleyebileceğim ve ondan sonra eşimin, oğlumun pisliklerini temizlemeye başlayacağım. Hadi onu beceremeyeceğim, yaşım yetmeyecek ama bu gezegenden giderken, gezegenime, ‘Ey gezegenim sana bile borcum yok’ diyeceğim.

Ekin Tazegül: Bu kısımda galiba şimdi soracağım sorunun cevabını verdin ama yine de bir soracağım ekleme yapmak istersen diye. Şimdi zaten Endüstri 4.0 konusunda Türkiye’nin belki de dünyanın en bilinen isimlerinden biriydin, tahminimce fena da kazanmıyordun. Ama ona rağmen sen Tarım 4.0 ile uğraşmaya başladın. Bunun nedeni neydi, derdin neydi abi diyeceğim.

Ali Rıza Ersoy:

Yaşantılarımızın anlamı olması gerekir. Yani okumak, iş güç sahibi olmak, para kazanmak, onun sayesinde belli bir refah seviyesine ulaşmak, dünyayı gezmek, yemek, içmek, eğlenmek… Bunlar muhteşem ve hakkımız. Ama yaşamı sadece bunlarla tarif edemeyiz, çok anlamsızlaşır. Bir oğlum var ve en büyük derdim oğluma hikayeler yazmak. Başka hiçbir derdim yok.

Ekin Tazegül: Abi çok teşekkürler. Valla yani normalde zaten senin biliyorsun, hemen hemen her seminerin, internete düşmüşse izlemeye çalışıyorum. Bugün de karşılıklı geçip, sohbet etmek, seni böyle arkama yaslanıp, dinlemek, benim için çok keyifliydi. Umarım sen de tekrardan, belki yeniden bu konuları anlatmaktan keyif almışsındır. Senin eklemek istediğin bir şey varsa alalım abi. Yoksa ben çok teşekkür edip, kapatacağım.

Ali Rıza Ersoy: Şimdi tarım geleceğin en stratejik konusu. Rocket science muhteşem, marsa gitmek heyecan verici ancak şu anda 7.500.000.000 milyar civarında olan insanoğlu nüfusu, sadece 30 yıl içinde 2050’ye geldiğimizde 10.000.000.000 milyara yaklaşıyor olacak. Yani bugünkü her 3 humanın yanına bir human daha gelecek ve tarladan sofraya elde ettiğimiz gıdanın üçte birini kaybediyoruz. Yani inanılmaz kötü proseslerle işler yürüyor, tarım ve gıdada ve bunu normal şartlarda, sabit şartlarda yapıyor olsaydık, başlı başına büyük bir challengedı. Büyük bir meydan okumaydı. Ama çok da olumsuza giden şartlarda yani dünyayı son 250 yılda 1.5 derece ısıttık. Önümüzdeki 30 yılda bir 1.5 derece daha ısıtma tehdidi ile karşı karşıyayız. Bu müthiş bir iklim değişikliğini beraberinde getiriyor. Yani yumruk büyüklüğünde dolular yağıyor; İstanbul’da, Urla’da falan filan… Hayatımda yok. Urla’nın ovalarını tayfun basıyor. Geçmişte hiç yok. Gibi çok yakından yaşayabileceğimiz, yaşamaya başladığımız iklim değişikliklerine rağmen bunu yapmamız lazım.

Bu hayatı inanılmaz zorlaştırıyor ve şu anda bilinen dünyada dijital teknolojiler yegane çözüm gibi görünüyor. Doğru bildiğimiz bütün yanlışlardan, sentetik gübrelerden, sentetik ilaçlardan, sentetik olan her şeyden önce bir an önce kurtulup, mahvettiğimiz toprağımızı tekrar regeneratif agriculture gibi yöntemlerle tekrar geri kazanmaya çalışıp, permakültür gibi yöntemlerle tekrar geri kazanmaya çalışıp, bunun üzerine doğaya inanılmaz saygılı, dijital teknolojileri yerleştirerek, belki insanoğlunun geleceğini bir şekilde sürdürmesini sağlayabiliriz.

En büyük tehdit, geçiverdiğimiz 10 yıllarda 4.500.000.000 yıllık gezegenimizde ilk defa bir yaratık, bir canlı varlık, gezegenin geleceğine yön vermeye başladı. En büyük tehdit bu. O canlının adı insan. Korkulası bir yaratık. Kendi yaşadığı gezegeni mahvediyor. Akıllanır mı, akıllanır. Bugüne kadar hep akıllandı. Bundan sonra da büyük ihtimalle akıllanır. Ama dijital teknolojiler şunlar bunlar…

Dolayısıyla köylü kökenli olanlar, ailesi köylerde yaşamış olanlar, ne olur illa şehirlere gideceğim diye çabalamayın. Geçmişte o şart olabilirdi. Ama çağ değişti. Dolayısıyla dijital teknolojiler siz gibi gençlerin, köylerde kalarak, köylerde yaşayarak, doğanın göbeğinde çok daha sağlıklı bir şekilde metropollerin bütün olumsuzluklarından uzak bir şekilde Tarım 4.0’a eğilerek, geleceğin en stratejik ve en önemli konularına veya tarım/gıda sektörüne yönelmelerinden büyük haz duyarız. Hevesli arkadaşlarımı Urla Barbaros’taki arkadaki ovaya bekliyorum bu yaz.

Ekin Tazegül: Abi çok teşekkürler, katıldığın. Benim için çok keyifliydi sohbet. Umuyorum ki izleyenler, dinleyenler için de doyurucu bir sohbet olmuş olacak. Çok teşekkürler tekrardan, katıldığın için.

Ali Rıza Ersoy: Kendine iyi bak.

Ekin Tazegül: Sen de abi.

Write A Comment